El Kaide, Taliban derken Ýslam adýna sýðýnarak cinayet iþleyen terör örgütlerine DAEÞ-IÞÝD ve Boko Haram gibi örgütler de eklendi. DAEÞ, hemen sýnýrýmýzda Suriye ve Irak’ta gittikçe güçleniyor, Sünni bir þeriat devleti kurma iddiasýyla, dini atýflarla korkunç cinayetler iþliyor, katliamlar yapýyor, kadýnlara tecavüz ediyor, küçücük çocuklara kelle kesmeyi öðretiyor.
Ýslam selam-barýþ dini iken bu nasýl mümkün olabiliyor? Radikal örgütler dini nasýl istismar ediyor? PKK terörünün ve þiddet siyasetinin dinimizde karþýlýðý ne? Bunca þehidin, can kaybýnýn acýsýyla, zorluklarýn sýkýntýlarýn ýstýrabýyla nasýl baþ edeceðiz?
Yayýnlanmýþ çok sayýda eseri bulunan, Ankara Üniversitesi Ýlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalý Baþkaný Prof. Þaban Ali Düzgün ile konuþtuk.
Terörün çok can yaktýðý zor bir yýlý geride býraktýk. Vatanýndan can havliyle çýkan insanlar çocuklar gözlerimizin önünde Akdeniz’de sulara gömüldü, Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Yemen’de insanlarla birlikte insanlýk da ölüyor. Dünya seyrediyor, devletler kendi menfaatlerini masum çocuklarýn hayatlarýnýn üzerinde görüyor. Adaletsiz, kuralsýz, vicdansýz bir dünyanýn þahitleriyiz. Ýnsan’ýn özü açýsýndan bu yaþananlarý yorumlar mýsýnýz?
Ýnsanlarý duyarsýzlaþtýran en büyük etken, algýlarýyla oynanmýþ olmasý. Denizde son bulan yaþamlar bize kaçak göçmenler, üçüncü dünya vatandaþlarý olarak, simgesel bir deðerle sunulmaktadýr. Sanal gerçeklik denen olgunun insan zihninde yarattýðý bir zihinsel felç/katalepsi hâli bu. Bu felç, insanýn zihinsel, duyusal ve duygusal bütün süreçlerini köreltmektedir.
Ýnsanlýðýn kör kesildiði bu trajedilerin en kötü huyu bulaþýcý olmasýdýr. Ýnsanlar hiç ummadýklarý bir anda bu duyarsýzlýklarýnýn bedelini bir þekilde ödemektedirler. Güvenli bir mekân hayali sadece sulara gömülüp gidenlerin deðil, dünyanýn her yerindeki insanlarýn en temel ihtiyacý oldu bugün. Ýnsanlara ýrklarýna, coðrafyalarýna, dinlerine, vs. bakarak muamele eden ötekileþtirici zihin, insana karþý iþlediði bu en temel suçun bedelini kendini hiçbir yerde güvende hissetmeyerek ödemektedir. Ýradelerini kullanarak hikmetle öðrenemeyen toplumlar, maalesef zorunlu olarak bu tür musibetlerle öðreniyorlar. Ýnsanlýðýn ortak acýlarýndan ders almayýnca da, ayný acýlar yeni bedenlerde tekrar karþýmýza çýkýyor.
ALLAH’IN ADALETÝ
Yaþananlara özellikle masumlarýn, çocuklarýn baþýna gelen feci olaylara bakarak “Allah neden bunca kötülüðe izin veriyor” diyenlere, Allah’ýn adaletini sorgulayanlara ne söylersiniz?
Kendi ellerimizle inþa ettiðimiz dünyanýn içinde ters gidenleri Allah’a baðlamak gibi kötü bir alýþkanlýðýmýz var. Bizim sahiplenmeyip Allah’a havale ettiðimiz kötülükleri Allah da sahiplenmemektedir. Kur’an’ýn kötülükler konusundaki düsturu þudur: “Karada ve denizdeki meydana gelen kötülükler, insanlarýn kendi kazanýmlarýna baðlýdýr.” (30/Rum, 41). Ayný þekilde “Ýster dýþ dünyada isterse insanýn bedeninde ortaya çýksýn, her kötülük ve ýstýrap, bir kanuna tabi olarak gerçekleþir.” (57/Hadid, 22) ayeti de, fiziksel veya toplumsal, katý yasalarýn hakim olduðu bir dünyada yaþadýðýmýzý gösteriyor. Baþý her sýkýþan bu yasalarýn kendisi için delinmesini istiyor. “Allah’ýn koyduðu yasadan dönmeyeceðini” (3/Al-i Ýmran, 9) beyan eden Kur’an, insanlarý kurallý, gerçekçi bir dünyanýn aktif özneleri olmaya davet etmektedir.
ORTADOÐU’DA DÝNSEL KABÝLECÝLÝK
Ortadoðu üç semavi dinin indiði coðrafya. Üç din de öldürmemeyi, adaletli, merhametli ve doðru olmayý öðütlerken neden aksi þeyler oluyor?
Dinlerin bu coðrafyaya inmesi bile aslýnda bu topraklarda yapýsal bir sorunun varlýðýna iþaret ediyor. Bu yapýsal bozukluk, ilk indiðinde ideal ilkelerle toplumu dönüþtüren dinleri, kurumsallaþtýklarýnda kendine benzetmektedir. Nihayetinde dinlerin Ortadoðu’da önce politik kabileciliðin ardýndan da dinsel kabileciliðin kýskacýna alýndýðýný görüyoruz. Etnik yahut dinsel temelde parçalanan insanlarýn kiþiliklerine bindirilen her kimlik onlarý birbirine yabancýlaþtýrmakta ve çatýþmaya hazýr kitlelere dönüþtürmektedir. Yahudiliðin de Hýristiyanlýðýn da Ýslam’ýn da Ortadoðu’daki tarihi böyle maalesef. Ortadoðu’nun dýþýna çýktýðýnda üç din de nefes almýþ, medeniyetlerini göç ettikleri topraklarda kurabilmiþlerdir.
Ýslam özelinde konuþmak gerekirse?
Temsil/vekâlet toplumuna dönüþen bir Ýslam anlayýþýmýzýn birçok sorunun kaynaðýnda yattýðýný kabul edelim. Herkesi kendimize benzetmek gibi bir tahakküm arzusudur bu. Bunu da Allah’ýn kanunlarýný hâkim kýlmak gibi gayet ulvî bir kisve altýnda yaparýz. Allah’ýn Hz. Peygamber dahil kimseye vekalet vermediðini, temsil arzusunun nihayetinde epistemik anlamda dikteyi, politik anlamda diktayý yarattýðýný görmeliyiz. Müslümanlar, “Ümmetinin ihtilafýný/farklý farklý düþüncelere sahip olmalarýný bir rahmet sayan” Ýslam peygamberine kulak verip kendilerine benzemeyenler hakkýnda zýndýk, münafýk, kâfir gibi mahkum edici etiketleri icat etmeselerdi, bu travmalarýn büyük bir kýsmý yaþanmazdý.
ÞÝDDET ANAFORUNA DOÐRU
Bölgede din devletlerinden sonra mezhep devletlerine doðru giden bir süreç var. Rusya, Ýran ve Esed cephesiyle birlikte sanki Batý cephesi de bu konuda ikna olmuþ gibi. Ýsrail’de Yahudi, Ýran’da Ýslam devletinden sonra Irak ve Suriye’nin Kürt, Þii ve Sünni olarak üçe bölüneceði bir süreç iþliyor hali hazýrda. Bu bölünmüþlüðün, bir arada yaþayamýyor olmanýn dinler ve mezhepler açýsýndan deðerlendirmesi ne olabilir?
Bu parçalanmýþlýk daha büyük çatýþmalarýn habercisi. Çatýþmanýn sebebi emperyal ve hegemonik karakterlerdir. Ýnsanýn dinini de kendi heva ve hevesine gerekçe yaparak emperyal ve hegemonik bir karaktere büründürdüðü bir gerçek. Devletlerin çatýþmacý karakterine bir de dine bindirilen çatýþmacý karakter eklendiðinde içine çekileceðimiz þiddet anaforu katlanacaktýr. Bu süreç dini tekrar devletten ayýrarak çatýþmayý ortadan kaldýrma süreçlerinin iþletildiði yeni bir Westfalya süreci demektir. Westfalya, Batý’nýn din ve mezhep savaþlarýndan kurtulduðu tarihe iþaret eder. Batý’nýn kurtulduðu tarih, Ýslam coðrafyasýna giydirilmektedir. IÞID daha þimdiden devlet olarak tanýnsa bile BM’ye elçi göndermeyi þirk ilan etmekte, ayný þekilde devletleri birbirinden ayýran sýnýrlarýn kabulünü þirk olarak tanýmlamaktadýr. Önce bölgenin ardýndan bütün dünyanýn kontrolünü sadece kendi kontrollerine almayý hâkimiyet ideolojisinin olmazsa olmazý saymaktadýrlar. Birbirini ötekileþtiren, tekfir eden ve ölüme yazgýlayan Þii ve Sünni bölünmesinin yarattýðý travmayý onaramadan yeni bölünmelerin neler getireceðini tahmin etmek güç deðil.
MEZHEPLER ÖZGÜRLÜKTEN DOÐDU
Ýslami açýdan bakarsak; mezhepçilik, asabiyetçilik Ýslam’da nasýl deðerlendiriliyor, cevaz veriliyor mu?
Mezhepler, birer düþünce ekolü olarak doðdular. Farklý oluþlarýný delillerle savunma refleksi güçlü bir tartýþma ve eleþtiri kültürünü de beraberinde getirdi. Hem fýkhî hem de itikadî mezhepler bu güçlü tartýþma ve delil üretme tarzýyla Ýslam’ýn düþünce birikimini meydana getirdiler. Farklý mezheplerin oluþumuna imkân veren özgürlükçü bir ortam vardý. Bu ekoller üzerinden mezhepçilik yapýlmasý Hz. Peygamberin vefatýndan yaklaþýk 300 yýl sonraya denk düþer. Dinde birey olarak sadece Peygamber’e bir deðer atfeden onun dýþýnda bireyleri baðlý olduklarý cemaat/mezhep/tarikat gibi kolektif kimlikler üzerinden deðerlendiren mezhepçi/cemaatçi yapýlar bu özgür düþünce iklimini öldürdü. Kimliðin öncelendiði hakikatin ötelendiði bu mezhebî kimliklerin bu tutumu Kur’an tarafýndan kýnanmaktadýr (30/Rum, 32).
ÜMMET BÖLÜNDÜ MÜ?
Mezhepler, asabiyetler, aþiretler, halklar, milletler üstü bir kapsayýcýlýðý vardýr Ýslam toplumunun tamamý anlamýnda “ümmet”in. Hal bu iken mezhep savaþý ayný zamanda ümmetin bölünmesi, sýrat-i müstakim’in “sapmasý” demek deðil midir?
Mezheplerin bu kadar yüceltildiði, kiþiliklerin mezhep kimlikleri altýnda deðerli ya da deðersiz sayýldýðý bir kültürün çatýþmaya teþne bir ortam yarattýðý açýktýr. Müslüman ümmetin en akýllýlarýnýn (!) bile birbirini tekfir etmekten çekinmediði ötekileþtirici bir kültürel kodlamayla yetiþtirildiðimizi kabul edelim. Tahammül, tolerans, saygý Ýslam kültüründe hep dýþa yönelmiþtir. Bir gayr-ý müslime gösterilen müsamaha, farklý görüþte olan Müslümanlara gösterilmemiþ ve gösterilmemektedir. Bugün hâla “Dinde zorlama yoktur” ayetinin Müslümanlarý da kapsayýp kapsamadýðýný tartýþan ve bunun sadece Ýslam’a insanlarýn zorla sokulamayacaðýný, girdikten sonra dinin emir ve yasaklarýna riayette zorlanabileceðini söyleyen bir zihin hangi coðrafyada yaþarsa yaþasýn, hangi politik kültürün parçasý olursa olsun sorun yaratmaya adaydýr. Kendi yorumunu/din anlayýþýný ‘din içinde zorlama vardýr’ diyerek dikte eden diktalarý önce ikna etmek gerekiyor.
Nasýl?
Ýnsanlarýn yapýp ettiklerini eleþtirmek ama kendileri hakkýnda hüküm vermemek. Bu birlikte iyi bir yaþamý inþa etmenin esaslý formülüdür. Klasik kültürümüzde iman ve amel arasýnda yapýlan ayrýmýn amacý budur. Eleþtiri yol bulmak içindir, eleþtirdiðimizi yoldan çýkarmak için deðil. Ama istisnasýz bütün dinlerde ve dinî gruplarda, kendilerine benzemeyenleri mahkûm eden bir dilin olduðunu görüyoruz. Aforoz, herem, tekfir terimleri bu mahkûmiyetin anahtarlarý. “Neden imanýn yerini kalp olarak göstermiþtir Allah resulü?” diye sorar Maturidi ve: “Hiç kimsenin bir baþkasý hakkýnda hüküm vermesine imkân vermemek için” cevabýný verir.
DAEÞ ÝSLAM’A AYKIRI HAREKET EDÝYOR
Malum DAEÞ-IÞÝD adlý terör örgütü Ýslam adýna öldürdüðünü iddia ediyor. DAEÞ’in þüphesiz siyasi sosyolojik ekonomik koþullarý var. Ama dini referanslarý iddialarý da var. O iddialar ve yöntemlerin Ýslam’la ne ilgisi var? DAEÞ neyi nasýl tahrif ediyor?
IÞID’ýn doktrin olarak klasik Ýslam kültürünün pek gün yüzüne çýkmayan metinlerine referansla kendini beslediðini görmek gerekir. Makdisi, Zarkavi gibi Iþýd’ýn doktrinini geliþtiren isimlerin özellikle büyük savaþ (melhame-i kübrâ) rivayetlerine ayrý bir vurgularý var. Doktrin olarak bütün kitaplarý tepeden týrnaða mesih ve mehdi rivayetleri donattýðýmýz, alnýndan burnunun biçiminden mesih ve mehdi tanýmlamalarý yaptýðýmýz bir kültürün içinden IÞID’ýn çýkýp bu rivayetleri kullanmasý bizi niye þaþýrtýyor! Herkesin arkasýna düþüp küffarý toptan yok ettiði bir mesih kültüründen herhâlde bütün bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumayý birinci hedef olarak belirleyen ileri demokrasinin çýkmasýný bekleyemeyiz!
IÞID’ýn tutarlý ve evrensel bir ideolojisi yok. Evrensel bir hilafet kurarak þeriatý uygulamak temel ideolojisi. Þeriat dediði de el kesmek, yahut taþlayarak öldürmek. Dinin ortadan kaldýrmaya çalýþtýðý þiddeti, dinin egemen kýlýnmasýnýn aracý yapýyorlar. Evrenselleþtirilemeyecek bir uygulamanýn dinî karakteri olamaz.
IÞID, Þia’yý ve kendi dýþlarýnda kalan Sünni Müslümanlarý tekfir ederek Ýslam’ýn birleþtirici gücünü kýrmaya çalýþýyor. Müslümanlarý zihnen ve fiziken parçalamaya niyetlenen harici bir düþman ancak bu kadar baþarýlý bir parçalama rolü oynayabilirdi!
IÞID’ýn bir entelektüel þeceresi yok. IÞID, Roma ordusunu bekliyor. Bu ordunun Suriye’nin Dabýk kentinde yenilgiye uðramasý büyük melhame için geri sayýmýn baþlamasý anlamýna gelmekte.
IÞID, giyim kuþamlarý yahut fiziki görünümleri gerekçe göstererek kendilerine benzemeyen Müslümanlarý infaz etmektedir. Bu kýyýmlarýn tek istisnasý gayr-ý müslimler. Cizye verdikleri sürece onlara dokunmamayý Allah’ýn emri sayan IÞID, sýrf sakal býrakmadýðý için Müslüman kaný akýtabilmektedir. IÞID’ýn Ýslam devletinde, gayr-ý müslimlerin canýný, malýný, ýrzýný korumaya alan Allah, Müslümanlara böyle bir koruma saðlayamamaktadýr(!)
KAOSTAN ÇIKMA SORUMLULUÐU MESÝH’E YÜKLENDÝ
DAEÞ-IÞÝD’in Mesihçi söylemini biraz açar mýsýnýz?
DAEÞ, Hz. Peygamber’in geleceðe iliþkin haberler verdiðini ve bu rivayetlerde kendilerine baþ rolün biçildiðini iddia etmektedir. Mesihçi söylemlere ancak kitlelerin inanacaðýný söyleyen El-Kaide’den Bin Laden de DAEÞ’den Zevahiri de pek itibar etmediler. Zira, El-Kaide kendisine yakýn hedefler koymuþtu: Arap yarýmadasýndan gayr-ý müslimleri kovmak, Ýsrail’i ortadan kaldýrmak, Müslüman topraklardaki diktatörlüklerin sonunu getirmek, vs.
Amerikan’ýn Irak’ý iþgaliyle Orta Doðu’nun fiziðiyle birlikte ruhu da parçalandý ve mesihçi söylem hem halkta hem de yönetenlerde karþýlýk bulmaya baþladý. Bütün bu kaosun içinden normal mekanizmalarý çalýþtýrarak çýkma ümidini kaybedenler, bu ümidi -geliþi ve insanlarý kurtarýþý- insanlarýn ürettiði mekanizmaya deðil aksine ilahî takdire transfer eden mesihçi fikre baðladýlar. El-Kaide’nin hedefleri büyütüldü ve dünyanýn sonuna iliþkin senaryolar seslendirilmeye baþlandý. Mehdinin geleceði ve kýyametin kopuþundan önce Müslümanlarý zafere taþýyacaðý yönündeki rivayetler tam da bu süreçte öne çýkmaya baþladý. Ýçinde bulunulan þartlar bu beklentiyi sadece etik bir iyi-kötü mücadelesinin ötesinde psikolojik bir destek noktasý olarak yaratmakta.
DAEÞ’ÝN MESÝH SÖYLEMÝ
Bunlarýn Ýslam’da karþýlýðý var mý?
Bu söylenenlerin bir kýsmýnýn Sünni doktrinde karþýlýðý mevcut. On iki meþru halifenin olacaðý rivayetini aktarmakta ve IÞID’ýn baþýndaki Baðdadi’nin de bunlarýn sekizincisi olduðunu iddia etmekteler. Ayrýca Suriye’nin kuzeyinde Roma ordusunun Ýslam ordusuyla çatýþmak için toplanacaðý ve bütün bunlarýn ardýndan Müslümanlarýn Kudüs’te Deccal’le son çatýþmaya girerek zafer elde edeceði yönündeki rivayetler de var. Horasan bölgesinden gelen Deccal’in hilafet ordusunu sayýlarý beþ bine düþene kadar öldürüp Kudüs’te sýkýþtýracaðý, bu anda da Mesih’in inip Müslümanlarý zafere ulaþtýracaðý yönündeki rivayeti de buraya ekleyebiliriz.
DAEÞ DABIK’I MESÝH ÝÇÝN ALDI!
Bu mesihçi geleneðin gereði olarak IÞID, stratejik olarak hiç önemi olmayan Halep yakýnlarýndaki Dabýk bölgesini öncelikle kontrolüne aldý. Çünkü rivayetlerde burasý Roma ordusunun toplanacaðý ve yenilgiye uðrayacaðý yer olarak anýlmaktadýr. Bu sembolik deðerinden dolayý bir Amerikalý’nýn baþý Dabýk’ta kesilmiþti. Roma ordusundan kastýn Bizans olduðu, onun yerinde de 90 yýl önce hilafeti ilga eden Türkiye’nin bulunduðu dolayýsýyla hedefin Türkiye olduðunu söyleyenler kadar, bundan kastýn gayr-ý müslim güçler olduðunu dile getirenler de var. Tarihte bu rivayetlerin kendileriyle örtüþtüðünü söyleyerek mesihlik iddiasýnda bulunanlar oldu. Bugün de IÞID ayný yolu takip etmektedir. Gaybý Allah’tan baþka kimsenin bilemeyeceðini söyleyen ayet, (65/Neml, 27) bütün bu bildirimleri anlamsýzlaþtýrmakta.
DAEÞ TÜRKÝYE’DE GÜÇLENEBÝLÝR MÝ?
DAEÞ’de ciddi oranda yabancý savaþçý olduðunu, bir kýsmýnýn da Türkiye’den katýldýðýný biliyoruz. “Türkiye Müslümanlýðý” denilen Ýslam’ý yaþanma kültürü bakýmýndan Türkiye’nin risk durumu nedir? Ýstismara çok mu açýðýz?
DAEÞ’e Türkiye’den katýlýmlarda daha çok dini gerekçeler kullanýlmakta. Ýlk olarak, “Hilafet bayraðý altýnda olmayanlar, cahiliye toplumu dini üzere ölürler” þeklinde bir rivayete dayanmaktalar. Hz. Peygamberin yaþamýnda kendine hiçbir zaman halife demediðini ve zamanýnda öyle hilafet bayraðý diye bir olgunun olmadýðýný biliyoruz. Dolayýsýyla bu, kof bir argüman.
Ýkinci olarak, Türkiye’de þeriatýn uygulanmadýðý yönünde. Hýrsýzýn elinin kesilmesini, zina edenin taþlanarak öldürülmesini þeriat olarak bu insanlarýn kafasýna kazýyan kültüre önce itiraz etmeli.
DAEÞ’E KATILANLAR YAÞAMAYA GÝDÝYOR ÖLMEYE DEÐÝL
Türkiye’de sýradan bir yaþam sürerken, küçük de olsa bir birliðin komutasýný almak, bunun karþýlýðýnda azýmsanmayacak bir getiri elde etmek de teþvik unsuru þüphesiz. Kutsal Savaþ Þirketi adlý eserde betimlendiði gibi, terör bir þirket gibi çalýþmakta, frençayzing vermekte ve bu yönüyle tam da seküler bir model içinde iþ görmektedir.
Din gerekçe yapýlsa da gidiþlerin antropolojik bir temele yaslandýðýný kabul etmek gerekir. Eðitimli, iyi halli insanlarýn da DAEÞ’e katýldýðý iddialarý doðru deðil. Her insanýn kendine göre bir memnuniyetsizliði var. DAEÞ, memnuniyetsiz ama kesin kararlý radikalleri devþiriyor. Bunlar kendini bir davaya adamasýný engelleyecek -mülkiyet gibi- baðlýlýklarý olmayan insanlar.
DAEÞ’e katýlanlar bir yaþam kurmaya gidiyorlar, ölmeye deðil. Kendi parasýný basan, vergisini toplayan, belediye hizmetlerini yürüten bir devlet var Rakka merkezli. Ve Orta Doðu, ileri toplum idealleri temelinde deðil de istikrar temelinde ele alýnan bir bölge olduðu için, korkarým IÞID uzun vadede istikrarýn bir parçasý olarak legalleþtirilip bölgenin kalýcý yeni çýbanbaþýna dönüþtürülebilir.
MÜSLÜMANLAR DA ÖZELEÞTÝRÝ YAPMALI
Diyanet Ýþleri Baþkaný Mehmet Görmez hafta içinde Ýran’a gitti “Tüm bu hadiseleri sadece Ýslam muhaliflerine, þer güçlere, emperyalistlere, Siyonistlere baðlamak bizi kurtaramaz” diyerek bir özeleþtiri yaptý. Ýslam dünyasýnýn eksiði kusuru ihmali nedir bu terörde?
Ýlk olarak, Ýslam dünyasýný çatýþan güçler halinde kurgulayan Batýlý güçler deðil. Hz. Peygamber’in vefatýndan sonraki Müslümanlarýn tarihini, Ýslam’ýn tarihi olarak okumak yanlýþ. O tarih kabilelerin, iktidar hýrsýnýn Ýslam idealinin önünde seyrettiði politik bir mücadelenin tarihidir. Bu tarihin ürettiði düþüncenin bir kýsmý bizi zenginleþtirirken, bir kýsmý dekadansa/bir çöküþe itmiþtir. Sünnilik ve Þiilik bu dekadansýn politik ayaklarýdýr. Hz. Peygamberin vefatýndan sonra, topuklarý üzere eski çatýþmacý köklerine dönen ve kabile isimleri yerine dini kimlikleri yerleþtirerek gelecek nesilleri de bu çatýþmanýn tarafý hâline getiren bir sapma tarihiyle karþý karþýya olduðumuzu görmemiz gerekir. Her Müslüman çocuk, Hýristiyanlarýn aslî günahýndan daha vahim sonuçlar doðuran aslî bir tarihin parçasý olarak doðmaktadýr.
Ýkinci olarak, Ýslam dünyasýnýn pratiðinden hareket ederek, geleceðin teorisini kurmak büyük hata olur. Bugünün tarihini kötüye kodlayan geçmiþ iradeden bir kopuþ gerçekleþtirmek, önümüzdeki tarihin yeni kodlarla iþlemesini saðlamak mümkün. Bu sorun sadece mezhep meselesini tartýþarak aþýlamaz. Dinin doðasý ve insanlar için nasýl bir yaþam ön gördüðü sorusunu sorup, din anlayýþlarýmýzý masaya yatýrmalýyýz evvelemirde.
ORTADOÐU TARÝHÝ TRAVMAYI BÜYÜTÜYOR
Evet ama nasýl?
Sonu izzet ya da zillet getiren bütün olaylarýn insanlar arasýnda sýrasýyla gerçekleþtiðini bildiren ayet, (3/Al-i Ýmran, 140) izzeti de zilleti de bizim kendi derûnumuzda beslediðimiz düþüncelere ve eylemlere baðlamaktadýr. Kerbela gibi travmatik olaylara yapýlan sýk atýflarla insanlarýn içindeki kin ve öfke köpürtülmektedir. Bir inancýn kin ve nefretle beslenmesi ne hazindir! Derin acý ve uzun yas, nefretle dolan ve þiddet aþamasýna kolayca geçebilecek insanlar yaratýr. Orta Doðu’nun tarihini bu travmatik olaylar üzerinden okumaya devam ettiðimiz sürece bu kýsýr döngüden çýkmak zorlaþmaktadýr.
Hem politik hem de dinî inisiyatifi elinde bulunduranlar, politik kaygýlarýn güdümünde ilerleyen ve gittikçe daha tehlikeli hâle gelen iliþkileri yumuþatmanýn yollarýný aramalýdýrlar. Müslümanlarýn tarihini, Ýslam’ýn tarihi olarak okumak zorunda deðiliz. Bu tarihin çatýþmayý körükleyen unsurlarý belirlenmelidir öncelikli olarak. Diyanet Ýþleri Baþkaný’nýn inisiyatifini bu baðlamda okumak mümkün.
PKK VE HDP FÝTNE ÇIKARMA DERDÝNDE
Türkiye’de de teröre meyledenler var. Etnik kimliðe vurguyla eline silah alarak, insanlarý tehdit ederek, hendek kazarak, hendeklere barikatlara patlayýcýlar gömerek, öldürerek siyasi sonuç almaya çalýþanlar var. Onlara Ýslam ne der?
Kur’an bir milletin kendi sýnýrlarý içindeki çatýþmalarý fitne olarak adlandýrmakta ve savaþtan daha tehlikeli sonuçlar doðuracaðý yönünde uyarmaktadýr. Fitne, hiç kimsenin ön göremediði uzun erimli sonuçlara gebedir. Afganistan, Irak, Suriye bunun en canlý örnekleridir. Savaþýn kazananý var; fitnenin kaybedenleri.
Orta Doðu’daki yangýn, HDP’nin niyetini erken deþifre ettirdi. HDP, Irak’taki ve Suriye’deki Kürtlerin kazanýmlarýnýn iç kaos neticesinde gerçekleþtiðini dikkate alarak, Türkiye’de de kaos senaryolarýna çalýþmaktadýr. Fitne dediðimiz durum bu. Kazananý olmayan bir anomi.
“HAYIR BARIÞTADIR”
Bütün olumsuzluklara raðmen, kelimelerin gücüne çaðrýda bulunan Kur’an mesajýna kulak verilmelidir. Davamýz barýþ ve insanlýk davasý olmalýdýr. Adalet ve merhamet talebi, yaratýlmak istenen barýþýn ön þartýdýr. Þiddet anaforuna çekilen gençler de halk da þiddetten nemalananlardan kurtarýlmalýdýrlar. “Herkesin barýþýn peþinde olmasý gerektiði” (2/Bakara, 128) yönündeki talep ötekileþtirmeyi/bölücülüðü doðal olarak dýþlar. “... Hayýr barýþtadýr ...” (4/Nisa, 128). “Size kötülük yapanlara karþý siz iyilikle karþýlýk verirseniz, o insanlarýn size dost olduklarýný görürsünüz.” (41/Fussilet, 34) ayetleri herkes için ümit kaynaðý olmalýdýr. Onarýcý bir adalete her zamankinden daha muhtaç olduðumuz açýktýr.
KUR’AN’A GÖRE AFFETMEK EN BÜYÜK ERDEMDÝR
Þehitlerimiz var, gaziler var, birikmiþ büyük acýlar var ve daha da büyüyor, ne yazýk ki. Nasýl baþ edeceðiz tüm bunlarla? Toplumsal barýþýn saðlanmasý için, helalleþebilmek için neye ihtiyacýmýz var?
Geçmiþinde derin yaralar bulunan toplumlarýn bir boþaltýma/katarsise ihtiyacý var. Bunun Kur’anî adý, aftýr. Kur’an, affetmeyi en büyük erdem saymaktadýr. Affýn bulunduðu yerde, kin, öfke gibi yýkýcý içgüdüsel güçler barýnamazlar.
Ýnsanlarý radikalize eden, gerçeklemeyen ümitler; verilip tutulmayan sözlerdir. Bu babdan olmak üzere sivil ya da resmi samimi bir hesaplaþmaya gerek vardýr.
Binlerce yýldýr birlikte yaþamýn yarattýðý kader birliði yahut Ýslam ortak paydasý söyleminin yýpratýldýðý bir süreç yaþýyoruz. Saðduyu sahibi insanlar, politikaya ve devlete ait reflekslerden baðýmsýz düþünce ve davranýþ geliþtirebilmelidirler. Çatýþmalarý müzakere aþamasýna evirecek dip dalga halktýr. Halkýn bu ortak payda ve sað duyu zeminini asla kaybetmemesi gerekir. Bu rýza toplumu olarak kavramsallaþtýrdýðýmýz olgudur. Bu, her insanýn bir diðerini olduðu gibi kabul ettiði, kimsenin kimseyi kendine göre hizaya getirmeye çalýþmadýðý, güven hissinin maksimum karþýlýðýný bulduðu, temel hak ve özgürlüklerin herkes için güvenceye alýndýðý bir toplum yapýsýdýr. Çoðulcu toplum yapýsýný içeren ama onu aþan bir yönü vardýr ‘rýza toplumu’nun. Zira insanlarýn birbirinden razý oluþu, herkesin birbiri için var olduðu bu diðerkam toplum yapýsýnýn nihai maksimi (kusvâ’sý) Allah’ýn rýzasýdýr.
Müslüman toplumu “bir bedenin organlarý gibi tanýmlayan, bir organýn acýsýnýn bütün bedeni ýstýraba sürükleyeceðini” bildiren Peygamber hadisinin tam hayata geçirilme zamanýdýr!
Bütün zorluklarýn bize içlerinde gizli kolaylýklarla verildiðini (94/Ýnþirah, 5) hatýrda tutmak ve ümitvar olmak zorundayýz. R. Tagore’un þiirsel ifadesini anýmsamakta yarar var: “Her doðan çocuk, Tanrý’nýn insanlardan ümidini kesmediðini göstermektedir.”