Prof. Mesut Yeğen: Kürtler Türk Milleti kavramına itiraz etmez



PROF. YEĞEN: Anayasalarımız vatandaşlığı değil Türklüğü tanımladı. Hâlbuki Türkiye’nin çok etnili, çok dinli, çok kültürlü bir ülke olduğunu kabul eden bir anayasaya ihtiyacımız var. Bu olursa Kürt siyaseti Türk milleti tabirinin anayasada yer bulmasına itiraz etmeyecektir.


PKK bu hafta ortasından itibaren sınır dışına çekilmeye başlayacak. Vaadi bu ve çekilmenin sonbahardan önce tamamlanması umuluyor. Çekilmenin olaysız tamamlanması ve çatışmasız geçen yarıyılın ülkeye biraz daha rahat nefes aldıracağı da kesin. Ancak süreç sorunsuz ilerliyor görünse de bir şeylerin ters gitmesi halinde her şeyin bir anda tepetaklak olup olmayacağı endişesi sürüyor. Bundan sonra ne olacak, nasıl olacak, sürecin mukavemetini artırmak için nelere dikkat etmek gerek? İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mesut Yeğen ile konuştuk. Meseleyi yakından eden ve konuyla ilgili kitapları bulunan Prof. Yeğen halen Kürt Tarihi dergisinin genel yayın yönetmenliğini de yapıyor.


PKK 8 Mayıs’ta sınır dışına çıkmaya başlayacak. Çok şükür süreçte şu an için bir sorun görünmüyor. Ama süreç size nasıl görünüyor?


Süreç gayet olumlu bir şekilde ilerliyor. Sürecin ana tarafları, hükümet ve Kürt siyaseti arasında açık bir uyum mevcut. Karayılan’ın Kandil’deki açıklamasıyla beraber sürecin ilk aşaması, PKK’nin ülke dışına çekilme işi başladı ve anlaşılan o ki önemli bir pürüz yaşanmadan devam edecek. Bu ilk aşamanın başlama sürecinde yaşananlar tarafların uzlaşmaya yatkın bir pozisyon içerisinde olduğunu gösteriyor. Malum, ne hükümet silahsız çekilsinler talebinde ısrarlı oldu, ne de PKK açık yasal düzenleme olmadan çekilme olmaz pozisyonunu devam ettirdi.


Bu ilk aşama yaz sonuna kadar belki daha da önce tamamlanacak gibi görünüyor. Bu aşamadan sonra top hükümet tarafına geçecek. PKK’nin silahsızlanma kararının deklare edilmesi için önümüzdeki birkaç ay içerisinde hükümetin yasal düzeyde bir kısım değişikliği gerçekleştirmesi gerekiyor. KCK tutuklularını serbest bırakacak, baraj meselesini halledecek türden genel demokratik düzenlemelerin yapılması, çekilerek sürece sadakatini gösteren PKK’nin karşısında hükümetin de sürece sadakatini gösterecek adımlar olacak. Bu aşamada da önemli bir pürüz çıkacağını zannetmiyorum. Esas gürültü anayasal değişiklikler aşamasında çıkacak ama orda da Kürt siyaseti ve Ak Parti yeni bir anayasa yapmakta ısrar etmeyerek bu son sürecin zorluklarıyla baş etmeye çalışacaklar gibi görünüyor.


NE OLDU DA SÜREÇ BAŞLADI?


30 yıldır devletle çatışan PKK ne oldu da şimdi silah bıraktı, sorusu Türkiye genel kamuoyunda en çok sorulan soruların başında geliyor ve bu soruyu doğuran kuşku sürece desteği de ne yazık ki zayıflatıyor. Sizce bu sorunun cevabı ne?


Evvela şunu kaydetmek gerekiyor. PKK henüz silah bırakmadı ama silahlı mücadeleyi bitirme kararlılığını bildirdi. Kaldı ki, PKK 1993’ten beridir siyasi mücadeleye hazır olduğunu bildiriyordu. Üstelik 2007’den beridir de devletle PKK arasında ciddi müzakerelerin yaşanmış olduğu artık herkesin malumu. Bu sebeple bugün asıl cevaplanması gereken PKK niye silah bırakmaya razı oldu sorusu değil. Asıl soru şu:  Sadece birkaç ay önce “devrimci halk savaşı vermeye hazırlanıyoruz” diyen PKK ve çözüm için Sri Lanka modelini düşünüp, PKK’lileri Zerdüşt ilan eden hükümet ne oldu da bugün müzakere etmeye karar verdiler?


AYRILMANIN İMKÂNSIZLIĞI ANLAŞILDI


Sizce ne oldu?


Cevabım şu: son birkaç senedir Kürtlerin yaşadığı her yer, Kürdistan’ın her bir parçası büyük bir istikrarsızlık durumunu tecrübe ediyor. Bu durumun süreklilik kazanması, Kürtlerin bulundukları ulus-devletin birliğini gözeten ve Kürtler arası birliği esas almayan ana stratejilerinin devam etmesini güçleştiriyor. Sözünü ettiğim stratejinin değişme ihtimalinin ortaya çıkması, 1000 senelik bir birlikte yaşam tecrübesinin, Kürtlerle Türklerin 1000 senedir aynı siyasi otoriteye tabi olarak bir arada yaşama durumlarının da değişmesine yol açabilir. Bana kalırsa, ne Türk devleti ne de Kürt siyaseti bu büyük değişme ihtimaliyle yüz yüze kalmak istedi. Tarafları biraz apar topar müzakere masasına oturtan esas sebep bence bu. Bunun yanında elbette, ne PKK’nin ne de devletin yenilmeyeceği çoktandır belli ve üstelik AK Parti de ülkenin temel meselelerini çözmede şu ana kadar gösterdiği performansı Kürt meselesinde de tekrar etmek istiyor. Kürt meselesini halletmeden Türkiye’nin daha demokratik, daha müreffeh bir yer olmayacağı artık kesinkes idrak edilmiş durumda. Bütün bunlar da tarafları müzakere masasına çeken esas sebepler oldu.


KAN DURACAK, EŞİTLİK GELECEK


Bölüneceğiz, sınırlarımız, bayrağımız, adımız değişecek diyenlere ne dersiniz?


Bunların hiçbiri elbette olmayacak. Ne Kürt siyasetinin bu türden talepleri var ne de Türkiye hükümeti bu türden bir sürecin içinde olabilir. Ama zaten bölüneceğiz vs. diyen siyaset erbabı da samimi olarak bölünmekten çok ülkenin eskisi gibi olmayacak olmasından endişe ediyor. Bölünmekten, bayrağın değişecek olmasından değil, Kürtlerle, başkalarıyla eşit olmaktan endişe ediyorlar. Ancak bu endişenin seslendiricilerinin Kürtlerle ya da başkalarıyla eşit biçimde yaşamaktan hiç de rahatsız olmayacak sıradan insanları da etkileyebildiği ortada. Bu durumda yapılması gereken çok önemli bir şey var; özellikle de hükümetin ve hükümet yanlısı entelijansiyanın: “Zinhar pazarlık yapmıyoruz, Kürtlere bir şey vermedik” türünden naif bir siyaset yerine, “Kürtler, bu ülkenin Türk ve Sünni Müslüman olmayan yurttaşları, Türk ve Sünni Müslüman olanlarla eşit değiller ve fakat eşit olmayı hak ediyorlar” fikrini yaygınlaştırmak. Bunu yapmayıp, hiç bir şey değişmeyecek diye siyaset yapmak demin sözünü ettiğim Türk ve Sünni Müslüman olmayanlarla eşit yaşamaktan rahatsız olmayacak sıradan insanlarda da soru işareti yaratıyor. Üstüne üstlük bunu yapmamanın yeni bir Habur sendromu yaratması ihtimalinden de açıkça endişe ediyorum. Bu yapılmaz da mevcut çözüm sürecine destek Ak Parti’nin beklediği seviyeye çıkmaz da Başbakan da bunu süreçten geri dönmenin gerekçesi yaparsa her şey berbat olabilir. Gerçi bu saatten sonra süreçten caymak hükümet için de kolay değil ama hükümet süreci götürmek için kamuoyu desteğinin sürecin arkasında olmasını çok önemsiyor; ve korkum o ki “süreçte kimseye bir şey verilmeyecek” türünden pragmatik olması itibarıyla makul görünen ama aslında naif siyaseti devam ettirmek sürece dair kuşkuları arttırıp desteği azaltabilir. An itibarıyla sürece dair tespit edebildiğim en temel muhtemel problem bu.


ŞAPKADAN YENİ TAVŞANLAR ÇIKABİLİR


PKK’nın sınır dışına çekilmeye başlamasıyla devam eden sürecin toplumsal parametrelerini nasıl okuyorsunuz peki?


Süreç esas olarak büyük bir sorun yaşanmadan devam ediyor. Ancak şunu görmek gerekir: Kürt meselesini halletmiş bir Türkiye eski Türkiye’nin majör bütün aktörlerinin tasfiyesi demek olacak. Bundan dolayı süreç hep böyle pürüzsüz ilerlemeyebilir. Eski Türkiye’yi muhafaza etmek isteyenler muhakkak şapkadan yeni tavşanlar çıkaracaklardır. Burada mühim olan hükümetin ve Kürt siyasetinin böylesi bir durumda geri adım atıp atmayacaklarıdır. Geri adım atılmazsa, kan dökülmemesinin yaratacağı ferahlama duygusu orta vadede esas olarak çözüm fikrini güçlendirecektir. Kaldı ki, bugün sürecin karşısına dikilen CHP’nin çözüm süreci kararlı bir biçimde devam ettirildiği takdirde bir bütün olarak sürecin karşısında kalması imkansız görünüyor. 


ÇÖZÜME KARŞI DURURSA CHP YÜZDE 10’A GERİLER


CHP’nin çözüm sürecinin içinde, yanında değil karşısında bir tutum almasının sürece ve CHP’ye etkisi ne olur?


Sürecin olabileceğinden daha zor ilerlemesine sebep olur; bu açık. Ama uzun vadeli etkisi süreç üzerinde olmaz, CHP üzerinde olur. CHP yakın zamanda tutumunu yenilemezse, ki yenileyecek gibi görünmüyor, orta vadede daha çok İşçi Partisine benzeyen yüzde onluk bir partiye dönüşür.  


YENİ HUKUK BUGÜNDEN ANLATILMALI


Sürecin önemli bir evresinde devreye sokulan Akil İnsanlar Heyeti malum dört haftadır sahada, çalışıyor ve çatışmasız, kayıpsız, tam demokratik bir Türkiye’nin gereğini anlatmaya çalışıyorlar. Her bölgenin nabız atışı farklı… Bu çalışmaları ve verilen olumlu-olumsuz tepkileri gözlüyorsunuz, ne düşünüyorsunuz?


Akil insanlar hem bir araç olarak hem de kompozisyon itibarıyla gayet işe yarar görünüyor. Ancak az önce söylediğim üzere Türkiye’ye Türk ve Sünni olmayanların eşit olmadıkları ve eşit olmayı hak ettikleri türden bir fikrin de anlatılması gerekiyor. Oysa mevcut durumda, akil insanlar sadece sürece karşı görünen seküler ve milliyetçi-muhafazakarlardaki endişeleri izale etmek etkisini üretmeye matuf işler yapmak niyetindeler. Bu esas olarak gerekli, buna hiçbir itirazım yok. Ama doğrusu samimi olarak bu sürecin Türk ve Sünni-Müslüman olmayanların eşit kılınmasıyla ilgili bir süreç olduğu da ya da olacağı da anlatılmalı. Ama belki de bu bir kez kamuoyunun sürece dair endişeleri giderildikten sonra yapılacaktır. Ama herhalde akil insanlar da dahil hepimiz şunu biliyoruz: Çözüm süreci sadece silahsızlanmayla, çatışmanın durmasıyla ilgili bir iş değil; hakların tanınması da çözüm sürecinin en az bunlar kadar önemli bir aksamı. Ve benim fikrim, bunun bugünden duyurulması; yani kamuoyuna karşı samimi olunması.


ANAYASA ÇÖZÜM İÇİN BİR İMKAN


Çözüm sürecinde kritik öneme sahip Anayasa değişikliğiyle ilgili Meclis’teki son durum tam bir kördüğüm. Üstelik zaman da daraldı. Ne olacak?


Bu meclisle yeni bir anayasanın yapılamayacağı belli oldu. Aritmetik olarak belki yapılabilir. Zor da olsa AK Parti ve BDP yeni bir anayasa yapabilir ve bu yeni anayasa referandumla kabul edilebilir. Ancak aritmetik olarak bu seçenek mümkün görünse de siyaseten iyi bir seçenek gibi görünmüyor. Şundan dolayı: CHP ve MHP’nin AK Parti ve BDP anayasasına bütünlüklü olarak hayır diyeceği aşağı yukarı belli. Bu durumda yeni anayasada ısrar etmek, Türkiye’nin 2007’den bu yana vesayet ve sekülerlik meselesi üzerinden yaşadığı büyük kutuplaşmanın üzerine Kürt meselesi üzerinden yaşanan bir başka kutuplaşmayı yerleştirmek demek olacak. Böylesi bir kutuplaşma ikliminde yeni bir anayasa yapmak siyaseten makul olmadığı gibi normatif olarak da çok doğru değil. Bunun yerine, PKK’nin silahsızlanmasını sağlayacak türden bir iki anayasal değişiklik yapıp, ardından PKK’nin silahsızlanmasının kesinleşmesinin de yaratacağı olumlu hava içerisinde bir seçime gitmek ve seçim sonrasında oluşan yeni parlamentoyla yeni bir anayasa yapmak hem siyaseten daha makul hem de normatif olarak daha doğru olur. Sanırım, AK Parti ve BDP de yeni bir anayasa yapmak yerine esas olarak bu hattı kullanmayı deneyeceklerdir. PKK’nin silahsızlanmasının kesinleştiği bir ortamda yapılacak bir seçimden hem MHP hem de CHP daha da küçülerek çıkacağından yeni bir anayasa kutuplaşmanın daha az olduğu bir ortamda, bir mecliste yapılacak ve muhtemelen bugün alabileceğinden çok daha güçlü bir onay alacaktır.


KÜRTLER VE ‘TÜRK MİLLETİ’


Anayasada vatandaşlık tanımıyla, milletin adıyla ilgili, “Türkleri ikna, Kürtleri tatmin edecek” bir öneriniz var mı? 


Tabii ki. Önerim vatandaşlığı hiç tanımlamamak. Vatandaşlığı tanımlamak manasız. Zaten bizim anayasalarımız aslında vatandaşlığı değil, Türklüğü tanımladılar. Bu olunca da ülkede yaşayan herkesin Türk olduğunu bildiren anayasalarımız oldu. Bunun yerine Türkiye’nin çok etnili, çok dinli, çok kültürlü bir ülke olduğunu, ister girişinde ister ilgili bir bölümünde kabul eden bir anayasaya ihtiyacımız var. Benim gönlümden geçen Türk milleti yerine Türkiye halkı ibaresinin kullanılması ama bunun olamayacağının da farkındayım. Ama zaten Kürt siyaseti de Türk milleti tabirinin anayasada yer bulmasına itiraz etmeyeceğini bildirmiş durumda. Kürtlerin ya da diğer etnik, dini grupların kendi dilinde eğitim ve özyönetim türünden taleplerini bu grupların adını zikretmeden de olsa veren bir anayasa olduktan sonra Türk milleti tabirinin anayasada kalmasına güçlü bir itiraz olmaz. Dolayısıyla, Türklerin ve Sünni Müslümanların haricindeki etnik ve dini grupların isteyenlerinin grup kimliklerini korumasını mümkün kılacak hakları tanıyan, vatandaşlığı tanımlamayan, Türk milleti ibaresini de koruyan türden anayasal değişiklikler sözünü ettiğiniz ikna ve tatmin denkleminin kurulmasına yardımcı olabilir.


PKK AHLAKSIZ TEKLİFLERE YÜZ VERMEYECEKTİR


PKK stratejik bir karar aldı ama Karayılan’ın son açıklamalarına ve son haberlere bakılırsa Avrupa başta olmak üzere İran ve Irak merkezi yönetimi PKK’yı Türkiye’ye silahlı saldırılar düzenlemeye motive ediyor. Bu durum PKK açısından ne anlama geliyor, nasıl anlaşılıyor sizce? Ve bu savaşa özendirmelerinin Öcalan üzerinde etkisi olur mu?


Bu PKK’nin çok da yabancısı olduğu bir durum değil. Hatta Kürt siyasetinin genel olarak yabancısı olduğu bir durum değil. Ortadoğu’da Kürtler 100 senedir bu türden ‘cömert teklifler’ alıyorlar. Ama doğrusu bu saatten sonra bu tekliflerin PKK üzerinde bir etkisi olmayacağını düşünüyorum. Olmayacağı da belli olmuş durumda. Bunun da esas sebebi şu: Türkiye Kürtleri İran ya da Maliki Irak’ının Kürtler için hayırlı bir şeylerin içerisinde olmayacağını bilir. Bu saatten sonra Türkiye Kürtlerini İran’ın ve Maliki Irak’ının merkezinde olduğu bir siyasete ikna etmek imkansız. Bu durumu PKK de pekala görüyor. Nitekim, Karayılan’ın “bize yapılan tekliflere rağmen çözüm sürecinin içerisinde kalmaya karar verdik” demesi de bunu gösteriyor. Türkiye Cumhuriyeti Kürt yurttaşların ve Kürt siyasetinin temel taleplerini karşıladığı ya da karşılayacağına dair bir güveni canlı tuttuğu müddetçe, Türkiye Kürtleri arasındaki popüler desteği üzerinden Ortadoğu’da önemli bir güç olabilmiş PKK de sözünü ettiğiniz ‘ahlaksız ya da cömert tekliflere’ sırt çevirmek durumunda olur.


KANDİL NE ZAMAN BOŞALIR?


Çekilmenin olaysız atlatılması süreç açısından önemli olmakla birlikte bu durum sürecin en kolay tarafı belki de. Zor olan PKK’nın silah bırakması. Ve PKK Kuzey Irak’ta siyasi ve askeri açıdan hükmettiği bir alana sahip ve bunu bırakması da kolay olmayacaktır. Ne dersiniz?


Bugün konuştuğumuz şey elbette esas olarak PKK’nin Türkiye’ye karşı silahsızlanması; silah kullanmaktan vazgeçmesi. PKK ve başka Kürt örgütleri, Kürtler Kürdistan’ın her yerinde talep ettikleri temel haklara kavuşuncaya ya da bu hakları talep ettikleri ülkeler gerçek birer demokrasi oluncaya kadar silah bırakmayacaklardır. Bunu görmek ve bu gerçekle birlikte yaşamaya alışmak lazım. Üstelik, PKK’nin Kandil’de ya da Suriye’de silahlı bir örgüt olarak mevcudiyetini devam ettirmesi yakın vadede hem Türkiye’nin hem de Irak Kürdistan’ının çok da itiraz etmeyebileceği bir durum olabilir. PKK ya da aslında Kürtler yakın vadede Kandil’i tümden boşaltacak gibi görünmüyorlar.