Profesyoneller ve İslamcılar

Geçtiğimiz hafta sonu Zeytinburnu Belediyesi Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu yoğun ilgi gördü ve İslamcılık konusunda ne kadar çok sözümüz varmış, içimiz ne kadar doluymuş, ortaya koydu. Öncelikle hem sempozyuma ön ayak olduğu, hem de İslamcılık konusunda açtığı ufuk için İsmail Kara’ya teşekkür borçluyuz. Sempozyumda en çok dikkat çeken husus nicedir dolaşımda olan “İslamcılık öldü mü, ölmedi mi” tartışmasıydı. Bu tezin ısrarlı savunucusu Mümtaz’er Türköne İslamcılık, en daraltılmış tanımında bile mevta muamelesi görmeyi hak etmemesine rağmen sempozyumu bir otopsi uğraşına benzetti. Kuşkusuz meseleye ‘profesyonel’ yaklaşanlar için İslamcılığın otopsisini yapmak mümkün. Ancak katılımcıların kahir ekseriyetinin ve izleyicilerinin İslamcılıkla ilişkisinin ‘profesyonelce’ olmadığı muhakkak. Bu yüzden söz konusu olanın bir otopsi olamayacağı da.

 

“İslamcılık ölmüştür” tezini alkışlayan ama İslamcılıkta takvalı oldukları çok belli insanlar da vardı salonda. Çıkıp da “ne münasebet, bizler hala İslamcılığın müdafiiyiz” demediler, kaldırılmak istenen cenazeyi alkışlamayı tercih ettiler. Bu bile öldü dediğimiz şeyin, İslamcılığın bir yorumu olabileceğini, o tür İslamcılığın yeni temsilcilerinin de İslamcılığın cenaze namazını kılabilecek kadar olan bitenden bişuur olduğunu gösteriyordu.

 

Türköne bu tip İslamcılıktan bahsediyorsa, İran devriminin, Ali Şeriatilerin, Seyyid Kutupların, Mevdudilerin etkilediği bir İslamcılıktan söz ediyorsa, görüşlerine kısmen katılmamız mümkün. Evet, artık “radikal İslamcılık” denilen ve devlet nazarında “şüpheli-suçlu” bir tür İslamcılığın etkisi azaldı. Bana göre ise bu tür İslamcılık Milli Görüş’ten, AK Parti çizgisine evrilen “yerli İslamcılık” tarafından içerildi, dönüştürüldü ve yerlileştirildi.

İslamcılığın hudutları

Yani İslamcılık öldü demek için önce İslamcılık neydi, kaç tür İslamcılık var, hudutları nedir, onları tespit etmek ve ondan sonra cenazeye telkin vermek gerek. Şüphesiz bu işe girişince karşımıza çok türlü İslamcılıklar çıkacaktır, İslamcılık öldü hükmüne varmak da o kadar kolay olmayacaktır.

AK Parti’ye gelince, evet, kendini İslamcı olarak tanımlamıyor, “muhafazakâr demokrat” demeyi tercih ediyor. Fakat, İslam’ın yaşanması ve çoğalması önündeki engelleri kaldırmaya cehdetmiş bir siyaset -isterse yürütücüleri ladini bir hayat yaşasınlar- bence İslamcıdır. AK Partili siyasetçileri tekfir edenler de vardır muhtemelen, onların varlığı da zaten İslamcılığın radikal yorumunun dinç ve dinamik olmasa da hala yaşıyor olduğunun delilidir. Kaldı ki, imam hatipleri hayata döndüren, çocukların din eğitimi alması önündeki engelleri kaldıran, cemaatlerin alanını genişleten, hülasa dindar bir nesil arzulayan siyaseti ben İslamcı olarak görüyorum. İmam hatipler miadını doldurdu diye bakan bir yaklaşım, İslamcılığın da miadını doldurduğunu düşünüyor olabilir, eyvallah! İmam hatipleri gelmiş geçmiş en ideal din eğitimi veren kurumlar olarak gördüğümden değil, fakat bu bir gösterendir.

Türköne Mısırlılara laiklik tavsiye eden bir siyasetin İslamcılığından söz edilemez diyor. Bir tek bu söze odaklanırsak, evet. Ancak Türkiye’de İslamcılığın en önemli temsilcilerinden Erbakan Hoca “Atatürk yaşasaydı bize oy verirdi” demiştir. Ayrıca “laiklik gerçek anlamda uygulansa bunlar olur muydu” sözü partili İslamcılığın kendini anlatmak için kullandığı argümanlardan olmuştur. Nuh Yılmaz’ın dediği gibi Müslümanların dini ve politik hayatları önündeki engelleri kaldırmak adına -ya da iyi işler temelinde- Avrupa Birliği’ni bile içerebilen bir siyaset duruyor karşımızda. Büyük resme bakınca ben İslamcılığın bir iktidar tecrübesi yaşadığını düşünüyorum. Her tecrübe gibi bu da imtihandır Müslümanlar için. Bu imtihanı hakkıyla verip verememek ise ayrı bir konudur.