‘Proje’ dediğin böyle olur

Boşuna “Alevera dalevera, bizim Mehmet nöbete” dememişler... Irak’ın işgalinin üzerinden 11 yıl geçti; bir milyondan fazla insan bu arada hayatını kaybetti, dört milyona yakın insan farklı topraklarda yaşamak zorunda kaldı ve sonunda gelinen nokta, yine Türkiye’nin Irak batağına çekilmesi...

Sizleri bugün hafıza trenine bindirip biraz geçmişe götüreceğim...

ABD’de George W. Bush gibi kullanıma müsait bir politikacı başkan seçilince kollarını sıvayan ‘Neo-Çılgınlar’ takımı, 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerini de vesile bilerek, 1990’lı yıllardan beri gündemde tuttukları bir projeyi uygulamaya koyuldular: Amerika’yı günümüzün Roma İmparatorluğu haline dönüştürme (‘New American Century’) projesini...

William Kristol, Robert Kagan ve arkadaşları, ağababaları Richard Perle’ün 1996 yılında hazırlayıp uygulaması için Başkan Bill Clinton’a sunduğu ‘A Clean Break’ başlıklı raporun ve iki yıl sonra yazılan Perle, Wolfowitz ve Rumsfeld’in de aralarında yer aldığı kalabalık imzalı bir mektubun tavsiyelerini Bush döneminde canlandırdılar. Rapor, Ortadoğu’ya nizamat vererek işe başlanmasını ve bunun için de ilk olarak Irak’ın hedef seçilmesini öngörüyordu.

Saddam Hüseyin’i devirmeyi amaçlayan proje 2003 yılında hayata geçirildi.

Neo-Çılgınlartakımı kendilerine özgü sebeplerle projeye Türkiye’yi de dahil etmişlerdi. Kuzeyden ‘ikinci cephe’ açma bahanesiyle 60 bin Amerikan askeri Türkiye’de konuşlanacak, onları barındırmak için ülkenin güneyinde pek çok ilde üsler hizmete sunulacaktı.

Üs temini ve Türk askerinin yurtdışına gönderilmesi ancak Meclis onayıyla mümkün olabiliyor ülkemizde. Meclis’e sunulan izin tezkeresi öncesinde yaşananları herhalde hatırlarsınız: Amerikan basını ve onların içimizdeki uzantıları, tezkerenin geçmesinin ne kadar hayati önemde olduğunu, kâh havuç sallayarak, kâh sopa göstererek, izah etme gayretine girdiler.

Amerikan savaş gemileri Körfez’de fink atıyor, uçak gemilerinde konuşlanmış askerler Türkiye’ye çıkmak için ‘tezkere’nin bir an önce çıkmasını bekliyordu. ‘İkinci cephe’ açılmasının Irak’ta istenen sonucun alınması için elzem olduğunu ileri sürüyordu bir kısım medya...

Tezkere çıkmadı, Amerikan askerleri topraklarımızda konuşlanamadı, ‘ikinci cephe’ açılamadı, Türkiye ABD’nin Irak’la başlayan ‘Yeni Amerikan Yüzyılı’ projesinin parçası haline dönüştürülemedi. Sonraki gelişmeler ‘ikinci cephe elzem’ tezinin gerçekçi olmadığı gösterdi; Amerikan askerleri 40 günde Bağdat’a ulaştı çünkü.

Muhalefetin ve varlıkları küçümsenen birkaç gazetenin tezkerenin reddinde etkili olduğu görüldü.

Şimdi, yani aradan 11 yıl geçtikten sonra, yeniden en başa dönülüyor. Daha doğrusu, gelişmeler, ülkemizi farklı bir noktaya savrulmaya zorluyor.

O kadar zaman önce Irak’ın içine düştüğü duruma taraf olmamıştık; son zamanlarda Musul’da yaşanan olaylar kaçınılan âkıbeti yeniden Türkiye’nin ayağına doluyor. İsrail’in eski başbakanı Ehud Barak, Hürriyet’e, “ABD ve Türkiye hava harekâtı yapabilir” demiş bile...

Geçmişte sayıları zaten az olan sağduyulu kalemler arasından ‘savaş cephesi’ne kayıplar verildiği anlaşılıyor. Hükümete olan husumet duyguları, belli ki, bazılarını ‘savaş yoluyla iktidardan kurtulma’ formülünü benimsemeye sevk etmiş...

Muhalefet partileri de eskisinden farklı bir konumda; biri Mehter marşları eşliğinde Irak’a müdahale tavsiye ediyor, diğeri hükümeti âcizlikle suçlayarak savaşkan refleksleri tahrik ediyor...

Görüyorsunuz, ‘Neo-Çılgınlar’ çılgın olmasına çılgınlar, ama aptal değiller; kafalarına koyduklarını aradan on yıl değil bir asır geçse de gerçekleştirmenin yollarını arıyorlar...

Ve buluyorlar da...

Umarım, sağduyu ülkemize yine hâkim olur.