Propaganda II

Kelime Latince kökenli; “propagare” fiilinden geliyor. “Üretmek, çoðaltmak, yaymak” anlamlarýný taþýyor ki günümüzdeki kullanýlýþý da böyle. Bir hâdiseyi, haberi, söylentiyi, olguyu; gerçekden doðru olup olmadýðýna bakmaksýzýn yaymak. “Bire bin katmak” tâbirimiz de propagandanýn karakterine uyuyor. 

Maksad hedef aldýðýnýz kitleleri kendi iddianýzýn doðruluðuna inandýrmak.

Propaganda çok eski çaðlardan beri uygulanan bir yöntem. Hasýmlarý þaþýrtmak, içlerine korku salmak vs. gibi amaçlara hizmet ediyor.

20. Yy.’da propagandanýn önemini en iyi idrâk etmiþ politikacýlarýn baþýnda Nazi ileri gelenlerinden Dr. Joseph Goebbels gelir ki Hitler’in de zâten “Propaganda Nâzýrý” idi.

Bildiðim kadarýyla târihde amacýný böylesine pervâsýzca açýklayarak resmî isim olarak alan baþka bir ülke hükûmeti yokdur. Baþkalarý hiç deðilse biraz sýkýlýp “enformasyon bakanlýðý” filan derler.

Günümüzde irili ufaklý pek çok ülke bu propaganda iþini ustaca yapmayý öðrenmiþ durumda. Meselâ Yunanistan, son zamanlarda etkisini gitgide kaybetmeðe baþlasa bile, propaganda silahýný, özellikle Türkiye’ye karþý, ama sâdece orada deðil turizm alanýnda da etkili biçimde kullanmayý bilmiþ bir devletdir.

Gerçi son yýllarda artýk tedrîcen foyasý meydana çýkmaya baþladý ama bu geliþme bizim gayretimiz ve ustalýðýmýz sâyesinde deðil, yakýn temas sonucu  Batý’nýn Yunanistan’ý daha gerçekçi bir gözle görmesi sâyesinde vuqû buldu.

Türkiye ise propaganda alanýnda en beceriksiz ve en câhil devletlerden biridir.

Tabii Türkiye derken Cumhûriyet devrini kasdediyorum. Yoksa meselâ Cennetmekân Hamîd Han, tâbîr-i âmiyânesiyle, bu iþin kitabýný yazmýþ adamdýr. Büyük Alman Devlet Adamý Prens Otto von Bismarck’ýn ona karþý duyduðu samîmî ve derin hayranlýk, diðer sebebler meyânýnda, buradan da gelir.

Sultan Hamîd bu iþi o kadar iyi biliyordu ki bir dizi Batýlý gazeteci ve yazara “ücreti muqâbilinde tabii” (!) Osmanlý medhiyeleri kaleme aldýrtýp yayýnlanmalarýný da saðlamýþdýr.

Cumhûriyet Türkiyesi’nin bu alandaki içler acýsý hâline hangi husûsun sebebiyet verdiðini ben, 7 Mart 1987 târihli ve “DEPOLÝTÝZASYON yâhut KEMALÝZM’ÝN ZORUNLU ÇIKMAZI” baþlýklý yazýmda þöyle açýklamýþým:

“Mustafa Kemâl Paþa gerçi askerlik, siyâset ve diplomasi alanlarýnda 20. Yy.’ýn, muhtemelen, bir numaralý dehâsýydý ama Osmanlý Ýmparatorluðu’nun birinci sýnýf politikacý, bürokrat, asker ve hâriciyeci kadrolarýyla aradaki bütün köprüleri atmýþdý. Atmaya mecburdu. Bir kýsmýný kendisiyle  iþ ve güç birliðine yanaþmadýðý için, bir kýsmýný ise “Ancien Régime”in bütün illetleriyle mâlûl olduðundan...

Bu sebebden Millî Mücâdele’yi Mustafa Kemâl Paþa’nýn çevresinde ve ardýnda yürüten kadro, son dönem Osmanlý seçkinlerinin ikinci garnitürüdür. 

Zafer’den sonra da durum deðiþmez.

Ýþte Genç Cumhûriyet’in yönetici takýmý, pek az istisnâ ile, o ikinci sýnýf takýmdýr.

Piramidin daha alt tabakalarýna inilince de kilit noktalarýna getirilen elemanlardaki kalite düþüklüðünün o mevqîlerin çaplarýna göre giderek arttýðýný görürüz.

Bu, tabii bir netîcedir.

Çünki ikinci sýnýf bir kimsenin, emrine adam alýrken, kendinden daha iyisini seçmeye gönlü varmaz. Ne olur ne olmaz, insanlýk hâli!!!

Kendi ayarlarýnda, hattâ kendilerinden daha iyi birini buldular mý sevinen ve onu destekleyenler ancak birinci sýnýf insanlardýr.

Türkiye Cumhûriyeti’nin tâlihsizliði ve Kemalizm’in açmazý, Önder Dehâ’nýn binâyý kurarken birinci sýnýf elemanlar bulamamýþ olmasýdýr.

Frenkler “En iyi, iyinin düþmanýdýr” derler.

Ama tersine “iyi de en iyinin düþmanýdýr”!

Çünki uzun vâdede “en iyi”nin kendisini tepeleyeceðini bilir.

Yâni sonunda harbi kazanan “en iyi” olur ama önce bir sürü muhârebeyi kaybetdikden sonra!

Ayný kural; “iyi-vasatî” ve “vasatî-kötü” iliþkileri için de geçerlidir.”

Eveeet, müellifiniz bundan 27 evvel bu görüþleri serdetmiþ.

Bugün de farklý düþünmüyorum.

Yeni argümanlara dâimâ açýk biri olduðum halde...

Ne var ki hâlen iþbaþýndaki hükûmet, bir dereceye kadar bile olsa, bu meselenin önemini kavramýþa benziyor.

Benziyor ama bunun pek bir iþe yarayacaðýný da sanmýyorum. Zîrâ Avrupa’da Türk Bürokrasisi kadar hantal, tembel ve geri kafalý bir ikinci bürokrasi sistemi bulmak gayrý-qâ-bil-i mümkindir.

Askeriye de yanlarýnda olduðu müddetçe bunlarla baþa çýkmak ümîdi kesinlikle sýfýr mesâbesindedir. Bunlar, sýrf konforlarý bozulmasýn diye bir baþbakaný ipe, birkaçýný ise cehennemin dibine yollamakdan bile çekinmeyen bir kravatlý ve epoletli gerilla ordusudur.

Bâzý dâhilî ve hâricî mihraklarla elbirliði ederek Türkiye’nin AB sürecini bir ölçüde yokuþa sürenler de bunlardýr.

Ýstisnâlar elbet münezzehdir!

Onun için ben diyorum ki böylesine deðerli ve etkin bir zümreyi en küçük bir zarara bile uðratmaksýzýn muhâfaza etmek millî bir görevdir. Bu bakýmdan hepsini toplayarak kimsenin ulaþamayacaðý fevkalâde sarp bir yere, ki meselâ ilk anda Alamut Kalesi bana uygun gözüküyor, yerleþtirmek ve yanlarýna hiç kimseyi yaklaþtýrmamak muvakkaten uygun bir çâre olabilir. Müteâkýben özenle ve ince eleyip sýk dokuyarak Pasifik’de münâsib bir ýssýz ada ayarlanabilir.

Tabii bunlar daha ileriki iþler. 

Propaganda meselesine dönecek olursak, bunun günümüzdeki en etkili yolu sinemadýr!

Bu iþi hâlen en iyi bilen ülke ise Ýsrâil’dir.

Ben ömrüm boyunca Yahudilerin Filistin konusunda ne kadar “haklý” olduklarý temasýný iþleyen en az 55/60 film gördüm ki bu bir abartma deðildir!

Üstelik bunu yaparken de paraya para demeyip Hollywood’un en parlak, en usta isimleriyle çalýþmakdan da zerre kadar yüksünmedikleri bir yana, bunun en önemli þartlarýn baþýnda geldiðini de müdrikdirler.

Son söz: Hiç bir etkili ve yetkilinin bu satýrlarý iplemeyeceðinden emînim.

Ama ben zâten onlar için deðil, çaða minicik bir dipnotu düþmek için yazdým.

Þimdi denebilir ki yazýyorsun da bir halt mý oluyor?

Yooo, ama siyatiklerime iyi geliyor.