Q7 konusundaki yanlışlar

Çarşamba gününün erken saatlerinde yazıyorum bu yazıyı. Q7 konusunda şu ana kadar “yine” herhangi bir gelişme yok. Günün ilerleyen saatleri ne getirir, siz bu yazıyı okuduğunuz gün ortada nasıl bir tablo olur, kestirmek güç. Ama Q7 sorunu hangi çözüm ya da çözümsüzlüğün konusu haline gelmiş (ya da gelecek) olursa olsun, benim söylemek istediğim bazı şeyler var. Q7 işinde varılan nokta bu söylediklerimi değiştirmeyecek.

Peşinen şunu söyleyeyim: Başından beri Q7 konusunda hiçbir kulis haberi almadım, dışarıya yansıyan kulis haberlerine de itibar etmedim. Bir spor yazarı olarak benim işim mevcut tabloyu yorumlamak. Yönetimin, teknik heyetin, menejerin demeçlerine kulak vermek. Bunlar üzerinden bir kanıya varmak. Q7 işinin ilk gününden beri söylenenleri özenle izliyorum. Sonuç: Bir strateji ve iletişim garabeti. Q7 üzerine konuşmayan yönetici kalmadı neredeyse. Yönetim nasıl bir iletişim yürütmeye çalıştı, onu da anlamış değilim.

Stratejiye gelince, onu hiç anlamış değilim. Daha önce de sormuştum: “Yönetim FEDA’ya profesyonel futbolla bağdaşmayan bir safdillik içinde bakmayacağına göre, pederşahi bir burun sürtme stratejisi miydi bu? Kimin aklıydı?” diye. Demeç kirliliği ve çelişkin yorumlar ortaya fazlasıyla “kişiselleştirilmiş” bir tablo çıkardı bence. Şu ya da bu nedenle bir oyuncuyu, menejerini sevmezsiniz, hatta nefret edebilirsiniz. Ama bir tutum belirlerken, bu kişisel bakışınızı değil, kulübün çıkarlarını ve doğrularını ön plana alırsınız. İyi yöneticilik için almak zorundasınız. Yönetimdekilerin Q7 konusundaki tutumları kişisellikten ne kadar uzak kaldı, çok ciddi kuşkularım var bu hususta.

Gelelim menejer meselesine. Bu adam dünyanın en uyanık kişisi, işinin tam erbabı olabilir. Bu konuda ikide bir şikayetname yazmanın ne anlamı var? Profesyonel futboldan söz ediyoruz, elbette menejer oyuncusunu gözetecek. Bosman Yasası’na kadar futbolcuların ne halde olduğunu, geçenlerde yitirdiğimiz, kimsenin de pek umursamadığı Metin Kurt’un futbol emekçileri için neyin mücadelesini verdiğini unutmayın. “Efendim, Q7’nin durumu böyle mi? Eşek yüküyle para kazanıyor” denebilir. İyi de Q7 gibi “Dünya Yıldızı” sıfatını alan oyuncular da her yanda cirit atmıyor zaten. Uzlaşmazlıkları şikayet konusu yapmak “Okullar olmasa Milli Eğitim ne güzel yönetilirdi” demeye benzer. Yönetim bunun için var. Sorunu tanımlayacak, çözecek, sonra da bize izah edecek.

Ya şu “hiçbir yerde dikiş tutturamamış” meselesi? “Sorunlu” sayılan yıldız oyuncuyu kazanmak yönetimin, teknik heyetin işi. Romanya milli takımının gözbebeği, yıldız oyuncu sıfatını kazanmış Hagi de Türkiye’ye gelene kadar hiçbir kulüpte bekleneni vermemişti. Bu kafayla onu da göndermek gerekirdi. Beşiktaş Schuster’e sabretmeyi becerseydi, çok uygun bir yaşta buraya gelen Q7’yi bambaşka bir halde görürdük zaten. Daha yazacak çok şey var, ama köşemin sınırına geldim. Umarım Q7 konusunda buna benzer yazılar yazmak zorunda kalmam bundan sonra.

Yazıyı bitirirken acı haberi duydum. Eskişehirsporlu Ediz Bahtiyaroğlu’nu yitirişimiz beni çok üzdü, sevenlerine sabır ve teselli diliyorum.