Q7 için ilk günden beri mücadele ediyor, yönetimin tutumunu eleştiriyorum. Son günlerde başka futbol yorumcuları da sesini yükseltmeye başladı nihayet. Ama artık çok geç. Beşiktaşlı yazarların temel sorunu bu. Tavır alınması gereken anda değil, biraz gecikmeli geliyor refleksleri. Vizyon sorunu mu, yoksa kişisel ilişkilerin getirdiği kısıtlar mı, onu bilemem. Çoktan iş işten geçmiş oluyor.
Artık “ahlakdışı” bir kampanyaya dönüşen Q7 meselesinde sadece “demeç kirliliği” değil, “tutum kirliliği” de var. Defalarca yazdım, benim yaklaşımım Q7’ye özel değil. Guti için de aynısını yaptım, Schuster için de. Schuster’i savunmak konusunda bütünüyle yalnız kaldım Beşiktaşlı yazarlar arasında.
Aynı kampanya Schuster’e de yapıldı. Her lafına kulp takıldı, adam “tırnak-mendil kontrolü”nden geçirildi. Yaka kartına tavır aldı, tu kaka. Fatih Terim tıpkısını yaptı, herkes sus pus. Güya olup bitenlerden ders almıştı Beşiktaş camiası. Güya del Bosque’deki hataya bir daha düşülmeyecekti. Oyun anlayışı, sistem yerleştirme, uzun vade filan hikaye bu ülkede.
Beşiktaş yazarları bir kupa maçından sonra kalemi kırıvermişti del Bosque için. Son 3 sezondur kırılmadık kalem kalmadı. Schuster’le yaşanmayacak “şike soruşturması” garabeti de cabası. “Schuster gitsin”ci, “Q7 gitsin”ci cephenin eseri şu son 3 sezon, ne kadar övünseler azdır. Beşiktaşlı yazarlar sınıfta kaldı, hiçbir olumsuzluğa zamanında tepki vermedi, veremedi. Ben “safdillik” konusundaki inadımı sürdüreyim en iyisi:
Schuster kalsaydı belki son iki sezondaki derecelerden farklı olmazdı tablo. Ama sahada pozitif bir “ofansif futbol” izlerdik. Q7 ve Simao hala takımda olurdu. Guti de öyle. Guti bu sezon jübile hazırlığına başlardı. Beşiktaş ile Real Madrid arasında jübile maçı görüşmeleri yapılırdı. Bir futbol efsanesine Beşiktaş’a yakışan biçimde veda edilirdi. Beşiktaş adı dünyanın dört bir yanında yankılanırdı. Hayalcilik işte, benim sorunum da bu. Üzüntüyle izliyorum şu 3 sezondur yaşananları. “Marka değeri” diye mangalda kül bırakmayanlara ithaf olsun.