Deniz Baykal, elinde yüzlerce insanın kanı bulunan Kenan Evren dururken, seçimle gelmiş Özal’ı “diktatör” ilan etmişti. Sonra bunu kampanyaya dönüştürmüştü.
Diktatörlüğe, fiilen, Özal’ın Başbakan seçildiği 1983 yılında geçmiştik.
Hatırlatmaya gerek var mı? Diktatörlük öncesinde mutlu-müreffeh bir toplumduk... Yönetime el koyup kardeş kavgasına son verenler 650 bin kişiyi işkenceden geçirmiş, milyonlarca insanı fişlemiş, 50 kişiyi darağacına yollamış, 177 tutukluyu “belirsiz” bir şekilde (aslında belirli bir şekilde) ortadan kaldırmıştı ama bu vetire asla “diktatörlük” olarak adlandırılmamıştı.
Evren yönetime el koyduğunda, bu satırların yazarı 19 yaşındaydı. Kendince okur-yazardı... Siyasal bir aidiyete sahip değildi ama iki kez gözaltına alınmıştı.
Birini hiç unutamıyorum:
Elazığ-Malatya arasında (taksi-dolmuşla Elazığ’dan dönüyordum) çevirmeye yakalanmıştım. 1981’in Şubat’ı...
Üzerimde, Enis Batur’un “Şiir ve İdeoloji”si, Kemal Tahir’in “Esir Şehrin Mahpusu”, sevgili Nuri Pakdil ağabeyimizin “Edebiyat” dergisi çıktı... Suç aletleriyle birlikte Malatya İkinci Şube’ye götürüldüm. Tekme tokat giriştiler tabii...
Dergi tomarları arasında Adnan Benk’in “Eleştiri”si de vardı. “Bu E harfi niye ters ulan?” demişti şubedeki polislerden biri, sonra da “Bu Barthes komünist mi?” diye sormuştu. Ben gülünce de tekmeyi geçirmişti.
Maaile gözaltına alındığımızda (babam ve benden küçük üç kardeşim), sıkıyönetim yasakları devam ediyordu. Geceleri sokağa çıkamıyordunuz. Topluca bir iş yapamıyordunuz. Üç kişinin bir arada görünmesi bile yasaktı.
Sürekli tarassut altındaydık ve bir “hayatımız” yoktu.
Benden iki yaş büyük “sağcı eylemci” ağabeyim “kaçak” olduğu için, evimizden polis eksik olmazdı.
Hep, “Hepimizi derdest edip götürecekler” korkusuyla yaşadık.
Yıllarca bu travmayı atamadık.
Yıllarca, yakalanıp ağır işkencelerden geçen ve mahkûm edilen ağabeyimin peşinden, ziyaret günlerini kollayarak, il il, ilçe ilçe, belde belde dolaştık.
Yıllarca, “bir hakkın iadesi” için çırpınıp durduk.
Ertuğrul Özkök’ün, “sevimli, tonton bir ihtiyar” olarak tavsif ettiği Kenan Evren her gün özlü bir vecizeyle çıkıyordu toplumun karşısına; “Bir sağdan, bir soldan astık” diyordu, “Asmasaydık da, beslese miydik?” diyordu, “Netekim sabrettik, muradımıza erdik” diyordu.
Gazeteler kapatılıyordu.
Dergi büroları basılıyordu.
Sıkıyönetim yasaklarına uymayan insanlar sorgusuz sualsiz cezaevine tıkılıyordu.
Gazeteciler öldürülüyordu...
İlhan Erdost, bir gözaltı sırasında, cezaevi görevlileri tarafından darp edilerek öldürülmüştü.
Sonra serbest seçimler yapıldı, Özal iktidara geldi, sıkıyönetim yasaklar kısmen gevşetildi, cezaevleri boşaltıldı ve ülkede diktatörlük başladı.
Bugün de, feci bir diktatörlük altında inim inim inliyoruz.
Hiçbir zaman “diktatör” sayılmamış Evren’e “Nasılsınız Paşam?” bile diyemezdiniz ama bugünün diktatörü Erdoğan’a “başçalan” diyorsunuz, bir şey olmuyor... “Angus sığırı”, “sefil”, “zavallı”, “garson yamağı”, “kof kabadayı”, “Asılacaksın ulan”, “Çık lan karşıma Recep” diye saydırıyorsunuz, kimseciklerin burnu kanamıyor.
Hasan Cemal efendi, matine suare “Sonun Menderes gibi olacak” diye aba altından darbe sopası gösteriyor, başına bir hal gelmiyor.
Hizmet gazeteleri ve televizyonları gece gündüz, “Bunlar hırsız, bunlar haramzade” temalı yayınlar yapıyor, yine bir şey olmuyor...
Evlere ateşler salınıyor, “kahhariyeler” okunuyor, “ocakların sönmesi” temenni ediliyor, bu güzel temenniye hep bir ağızdan “amin” çekiliyor... Yine bir şey olmuyor.
Bir polis şefi kalkıp, “Yegâne amacım Başbakan’ın bileğine kelepçe takmaktır. O günler de gelecek... Bekleyin, daha deler olacak...” diyor.
Yine bir şey olmuyor.
Mümtaz’er gibiler çıkıp, “Adaletin keskin kılıcı inecek, bazı başlar” düşecek diye, ucuz Danton numaraları sergiliyor.
Yine bir şey olmuyor.
Öyle bir diktatör ki, her şey yapılabiliyor, her melanette bulunulabiliyor, her türlü “kepazelik” sergilenebiliyor...
Ofisine dinleme cihazı yerleştiriliyor, aile bireyleri tarassut altına alınıyor, hakkında fezlekeler düzenleniyor... Yine bir şey olmuyor.
Ne garip tecellidir ki, diktatör sürekli “savunma” halinde...
Sürekli “sandık” diyor.
Sürekli “halk” diyor.
Sürekli “irade-i milliye” diyor.
Sürekli “demokrasi” diyor
Rabbim öyle bir diktatör salmış ki, ağzından “Ben halkın kararına saygılıyım...” cümlesinden başka bir söz çıkmıyor.
Daha önce de yazmıştım, tekrarlıyorum:
Rabbim size böyle bir diktatör salmış, kıymetini bilin...