Mısır’daki darbe muhaliflerinin itirazlarla doldurduğu bir caddenin ismi olarak biliyorsunuz çoğunuz Rabiatül Adeviyye’yi. Rabiatül Adeviyye, Tabiin devrinde yaşamış bir bilge kadındır, vefatı hakkında 8. yüzyılın ortalarını söyler tarihler. Tabiin, Peygamber Efendimize (s) yetişememiş ve fakat onun arkadaşları olan sahabelere yetişmiş, ilmini bizzat sahabeyi dinleyerek, onların tuttuğu yolda yürüyerek edinmiş neslin adıdır. Sünneti hal üzre taşımak, hadis aktarımı, tarihi tanıklık ve fıkha ışık tutacak temel bilgilerin nakli gibi konularda asli başvuru mesabesindeki altın silsiledir. Resulullah’a (sav) yetişememişlerin ilki olmalarıyla ilk firak nesli... Resullah’ı (sav) kendilerinden sonrakilere anlatacak öncül tanıklardır... Onlar, kapının eşiğinde duranlardır vesselam.
Rabiatül Adeviyye Basralı’ydı, fakir sayılabilecek bir ailenin evladıydı. Anne babasını kaybettikten sonra kendisini himaye edecek kimsesi olmadığından, çalışarak geçinmek zorundaydı. Yanında çalıştığı ihtiyar adam, bir gece onun Rabbiyle konuştuğunu, işinin gücünün çokluğundan yakınarak, kulluğa dair niyetini hakkıyla yerine getiremediğinden ağlayarak dert yandığını işitince, onu azad etti. Şehrin dışında küçük bir kulübede yastığı bir taş, kırık testisinde bir yudum suyla yaşardı. Bir gece hırsız girdi evine, çalacak bir şey bulamadı, kapıdan çıkmak istedi kapının yolunu da bulamadı, uyandı Rabia: “ A hırsız, bil ki seven uyusa da Sevilen ayaktadır” dedi.
Rabia ile aynı dönemde yaşayan ariflerden Hasan-ı Basri, Süfyan-ı Servi, Malik bin Dinar gibi kimseler, zühd, takva ve Allah korkusunu önceleyen yorumlarıyla dikkat çekerken... Rabiatül Adeviyye, Batıni metodolojiye “muhabbetullah” olarak girecek, Allah aşkını önceleyen yorumuyla katkı sunacaktı. Hasan-ı Basri ki annesi Hz. Peygamber’in(s) eşi Ümmü Seleme’nin hizmetindedir. O iş görürken Basri ağladığında Hz.Ümmü Seleme onu yatıştırmak için kucağına alır sallar, hatta emzirirmiş diye anlatılır. Başta Enes bin Malik olmak üzere 120 sahabeyle tanışmış, onların dizleri dibinde yetişmiş, mühim bir müktesebatın sahibidir Basri. Rabia ile çağdaş olmaları hasebiyle pek çok mülakatları anlatılır ki her konuşmalarında Rabiatül Adeviyye, onu hayret ve hayranlık içinde bırakmasıyla meşhurdur. Hz. Rabia, Allah aşkı, karşılıksız sevgi ve rıza kavramlarını tasavvufi metodolojiye ikmal etmiş devasa isimdir.
***
Batıniler; “isim kaderdir” derler. Bugünkü Mısır’a kollarını açarak kucak olmuş ana caddenin, ismiyle müsemma oluşu kayda değer bir hikmet. Diktatörlere ve darbe cuntalarına herhangi bir karşı şiddet yoluyla değil de namaz ve duayla karşı duran Mısırlılar, tüm dünyaya yepyeni bir sayfa açtırıyorlar. Kaybetmek veya kazanmak değildir, yenilgi ya da zafer de değil onların işaret ettiği gerçek. Rabia, ana/anaç cadde olarak çocuklarına kucak açmıştır. İhvan, Mısır’da ana kucağındadır. Allah yardımcıları olsun...
***
Mona İslam, ilk kitabı “İki Şehrin Yolcusu” ile çok parlak bir çıkış yaptı. 1976’lı, Fizik okudu, sevgili kardeşim Tarık Tufan’ın eşi. Başörtü yasaklarıyla yolu engellenmiş kadınlardan. Ama o yasakları mağduriyet olarak değil, Ashab-ı Kefh’in mağarasındaki gençlerle arkadaşlık kurma fırsatı olarak yorumlayanlardan. Risale-i Nur’un talebesi. Hayatını imani hakikatler üzerinden icmal ederken, tasavvufi öğretiden de nasibini alanlardan. Çift dilli anlayacağınız, çift şehirli, çifte desturlu. Risale-i Nur metodolojisi ile tasavvufi öğretiyi bir arada hasıla etmesi, Mona’yı apayrı bir yere taşıyor. Bu zorlu girişime, edebi gelenekte çoğu kez erkeklerin süregetirdiği “müşahedat” (vizyon) da eklenince, Mona’nın kitabı oldukça özel bir yerde duruyor. Meryem Cemile, Prof. Annemarie Schimmel, Eva Meyerovitch, Claude Addas gibi nadide isimlerin devamı olarak gördüğüm Mona İslam’ı “ana/cadde” kadınlardan birisi olarak heyecanla selamlıyorum...