Ramazan musâhabesi

Evvelemirde bugün baþlayan Ramazân-ý Þerîf’in cümle mü’minler için kutlu ve beþeriyet âlemi için hayýrlara vesîle olmasýný dileyerek baþlayalým ki sonra birtakým þom aðýzlýlar ileri geri konuþup výdý-výdý etmesinler!

Gerçi bizzat îmân nûruyla münevver deðiliz ama îman sâhiblerine hörmetimiz eksik deðildir.

Hazýr nur demiþken, siz “minâre” kelimesinin de “nur”dan geldiðini biliyor muydunuz?

Nur’dan, ýþýkdan olma anlamýna gelir.

Mekke yakýnlarýndaki Harra Daðý’nýn bir adý da “Cebel-i Nûr” yâhut Arabca terkible

“Cebelü-n-Nûr”dur, yâni “Nur Daðý” demek anlayacaðýnýz.

Ah, keþke ömrüm boyunca yazar olmaya uðraþacaðýma vâýz olsaymýþým. Þimdi geniþ bir çevrem olur, saygý görürdüm. Metroda, merdivende, þurda-burda gençler o zaman “UlanMoruk, sütçü beygirleri gibi ayakda uyuma! Þöyle yürrü de ense traþýný görelim!” filan demek yerine “Þeyh Hazretleri, lûtfedip izin buyurunuz da kolunuza girelim,basamaklarý daha rahat çýkarsýnýz.” kabîlinden gönlümü alýrlardý.

Öyle ya, söz temsîli þu Cüppeli Hoca denilen zâtý alalým. Sýrtýndaki o kara manto ve kafasýndaki o serpûþ olmasa, Allah rýzâsý için, kimse dönüp de âdem yeri...., yâni o kadar îtibâr eder miydi?

Aþkolsun Delikanlýya!!!

Tevekkeli dememiþler “Ar yýlý deðil kâr yýlý!” diye.  

Neyse, bu mübârek ayda inþaallâhü taâlâ Müslüman Müslümanýn kanýna girmekden imtinâ ve hayâ eyler diyeceðim ama hayfâ ki ne hayfâ!

Þu Sûriye’nin hâl-i pür-melâline bakýnýz!

Kan gövdeyi götürüyor.

Bir tek orasý olsa öpüp de baþýmýza koyalým ama þu Irak’a, Lübnan’a, Sûdan’a, Lübnan’a, Libya’ya, Afganistan’a ve -tövbe, tövbe!- kendi

Cennet Vatanýmýza ne diyeceðimizi þaþýrsak yeri deðil mi?

Hadi, biz laikiz de o yüzden Ramazan’da dahî birbirimizi boðazlamakdan vazgeçmiyoruz diyelim. Mâlûm, laiklikde din kiþiye özel mesele. Oysa biz birbirimizi “kamusal alanda” yâni ne bileyim Uludere’de filan ya “þehîd” ediyoruz ya da “etkisiz hâle” getiriyoruz.

Tamam da öbürlerine ne oluyor öyle kudurmuþlar gibi?

Bir önceki yazýmda esâsen Sûriye, Irak vs. gibi ülkelerin Batýlýlar tarafýndan kâðýt üzerinde sun’î olarak yaratýldýðýný ve aslýnda böyle milletlerin bulunmadýðýný yazýnca bâzý okuyucularým huysuzlanýp bunu da nereden çýkardýðýmý sormuþlar.

Çok yerden ama sâdece bir tek örnek vereyim.

Kýral I. Faysal 1933 Yýlý’nda not defterine aynen þu satýrlarý yazmýþdýr:

“Aslýnda Irak Halký diye bir þey yokdur! Ancak gayrý-kaabil-i tasavvur insan kitleleri var ki bunlarýn da yurdseverlik duygusuyla en ufak bir alâkalarý mevcud deðil.”

Onun için Arab Yarýmadasý’nýn aslî nîrengî noktalarý bugün bile vatanperverlik, millet sevgisi, bayrak saygýsý falan feþmekân deðildir!

Peki, nedir?

“Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere ve Þâm-ý Þerîf”dir!

Tabii Þam derken Baas Rejimi’nin Baþkenti deðildir kasdolunan.

Kasdolunanýn ne olduðunu merâk edenler sonundaki sýfata baksýnlar!

Onu oraya ben uydurmadým, hep öyle anýlýrdý!

O bakýmdan bugün Arab Âlemi’ndeki savaþlarý Arablarýn savaþý da deðil benim gördüðüm kadarýyla!

Zavallý Arablar orada bir kere daha “piyon” olarak kullanýlýyor.

Bu ise bize, en azýndan bana, “Ankara farký”ný hatýrlatýyor.

Ne diyecekdim?

Ha, eðer dün gece sahuru kaçýrdýysanýz bu akþam iftarla telâfî edebilirsiniz!

Rahmetli Hayrünnisâ Halam da hep öyle yapardý.

Bana da bakýp bakýp “Evlâdým, sen adam olmayacaksýn!” derdi.

Rahmetli çok akýllý bir kadýndý.