Referanduma Doðru (15)

Neredeyse 1946 yýlýndan bu yana (darbe dönemleri hariç tabii) iktidar yüzü görmeyen bir siyasi hareketin, kendini tek, biricik, yegane ve mutlak olarak bu devletin sahibi olarak görmesi size de tuhaf gelmiyor mu?

Toplumun deðiþim taleplerini kör edici bir suskunlukla karþýlayýp, hiçbir þey söylemeden, hiçbir þey önermeden ve kendi içinde hiçbir þeyi deðiþtirmeden sadece ve kocaman bir ''hayýr'' reddiyesinin arkasýna saklanmak sizce de politik olarak patalojik bir durum deðil mi?

Hem hiçbir þeyi deðiþtirmeye yeltenme, hem de ''tapulu mal'' mertebesinde bir devlet sahiplenme refleksi; demokrasiden çok, cumhuriyetten çok, bir monark diktatoryal tutum deðil mi? Tarih içinde ancak hanedanlýklarda görülen bu sempton, nasýl oluyor da bir siyasi hareketin temel karakterine dönüþebiliyor?

Bildiðiniz gibi, sadece Krallar, Padiþahlar, Þahlar ya da Çar'lar kendilerini mutlak, hiçbir yasa ve kanunla sýnýrlandýrmadan devletin sahibi olarak ilan ederler. Toplumsal geliþme ne olursa olsun, toplumun düzeyine ve taleplerine bakmadan, sadece onlar devleti babalarýnýn ''öz malý'' gibi algýlarlar.

Onlarýn statüsü deðiþmediði için, statüleri zaman ve mekan üstü olduðu için, her þey deðiþse bile onlar deðiþme ihtiyacý duymazlar. Çünkü doðuþtan asildirler, doðuþtan tartýþmasýz haklara sahiptirler. Birer tarihsel olgu olarak, kendi koþullarýnda monarþinin bu durumunu anlamak belki biraz mümkün. Peki ya kendilerini öyle görenlere ne demeli?

Ne kendilerini ne de toplumu deðiþtirmeden iktidar talep edenlere siyaset biliminde ne ad verilir? Diktatörlük ya da hanedanlýk bu deðilse, söyler misiniz bundan baþka nedir Allah aþkýna?

Türkiye’de deðiþim ve dönüþümün karþýsýnda mevzilenmiþ olan dinamiklerin iki büyük dayanaðý oldu her zaman: Ordu ve Yargý. Kendini deðiþtirerek toplumdaki deðiþimlere öncülük etmek, sanýrým çok ''maliyetli'' olduðu için, bu kesimler çaba ve enerjilerinin hemen hepsini ordu ve yargýnýn dinamizmine adadýlar. Devlet ile iliþkilerini bu iki ana kaynak üstüne bina ettiler. Ne de olsa her sorunu bu iki ''siyasallaþmýþ'' kurum aracýlýðýyla tereyaðýndan kýl çeker gibi hal edebilirlerdi.

16 Nisan referandum sürecinde ''nasýrýna'' basýlmýþ gibi can-hýraþ baðýranlarýn tek derdi, ordu ve yargý bürokrasisini korumaktýr. Devleti demokrasi dýþý yöntemlerle ele geçirmenin iki aracýný kaybetmek istemeyenler, kendileri dýþýndaki herkesi iþte bu nedenle diktatörlükle, tek adamlýkla suçluyorlar.

Esas diktatörlük heveslileri, esas tek adamlýk heveslileri onlar olduðu için, bu duygularýný bastýrýp, bir ayna gibi ötekilerine aksettiriyorlar.

Cumhurbaþkanlýðý yönetim sistemi halkýn iradesine iki kez baþvuruyor. Yani iki kez toplumsal meþruiyet ve toplumsal irade üretme arayýþýna gidiyor. Seçimle gelen bir meclis ve yine seçimle gelen bir cumhurbaþkaný.

Seçimle gelmiþ olan siyasi iradenin bürokratik kurumlarý yapýlandýrmasý mý doðrudur yoksa bürokratlarýn kendi kendilerini atamalarý mý? Hangisi daha demokratiktir? Hangisi halkýn ve toplumun iradesine daha çok uygundur?

Eðer demokrasi temel deðer ise, elbette her iþ ve iþlemin seçilmiþler aracýlýðýyla yapýlandýrýlýp icra edilmesi en doðrusudur. En demokratik olanýdýr.