Reformlarımız

Türkiye olarak çok büyük ve köklü bir dönüşüm sürecine girdiğimiz artık belli.

Bu tür muazzam geçiş dönemlerinde mevcud yapının değişmesiyle yerine geçecek yeni yapının inşâsı paralel, daha doğrusu iç içe yürüdüğü için bâzen bu iki grupdaki gelişmeler birbirini engelleyebilir. Bunu önlemenin en etkili yollarından biri ise kanaatimce değişim süresini imkân nisbetinde kısaltmak, yâni adımları hem daha uzun hem daha sık atmak. Başka bir deyişle cebrî yürüyüş.

Bu belki daha yorucu bir tarzdır ama sonuca da daha sür’atli varılacağı için şâyân-ı tercihdir. En az şahsen benim nazarımda.

Zâten Türk Toplumu’ndaki “reform irâdesi ve enerjisi” böyle bir cebrî yürüyüş için elzem olan temel şartın yerine gelmiş bulunduğunu gösteriyor. Bundan yararlanmamak affedilmez bir hatâ olur.

Peki, neyi değiştireceğiz?

Bir sütun yazısının dar çerçevesi içerisinde bu suale ancak telgraf üslûbuyla ve yine de eksik kalacağını bilerek verilebilecek cevab, nâçizâne görüşümce belki şu olabilir:

Ferahlayarak her alandaki reform çabalarımızı özenle gerçekleştirebilmek için öncelik vermemiz gereken alanların başında millî eğitim ve millî savunma gelmektedir.

Eğitimin mutlak şekilde öncelikli amacı, yeni nesillerin zihinlerini alabildiğine fazla mikdarda bilgilerle doldurmak değil, onların muhâkeme yeteneklerini geliştirmek olduğundan, her şeyden önce köklü ve yüksek kaliteli bir Türkçe eğitimi işin olmazsa olmazıdır. Çünki anadilini bilmeyen insan ne doğru dürüst başka bir dil öğrenebilir ne de başka bir şey, meselâ fizik...

Bakınız Fâtih Altaylı birkaç hafta önce ne yazmış:

(bu gençlerin) cehâletlerinin büyüklüğüne şâhid oldukça bu ülkenin geleceğine inancımderinden sarsılıyor. Ya bu yarışmayı (Kim milyoner olmak ister? Y.A.) kaldırın yada ilk beş soruyu bu salakların eline verin!

Gerçi onların, ellerine verilen cevabları bile doğru okuyabileceklerinden emin değilim ama...”

Eğitim süresi boyunca Türkçe ve hemen ikinci sınıfdan îtibâren tek bir yabancı dil müfredâtın belkemiğini teşkîl etmelidir. Târih dersleri, yüzlerce olayın şuursuzca ezberletilmesi sûretiyle değil, sebeblerine ağırlık verilerek öğretilirse bir işe yarar. Fen dersleri ise eğer uygulamalı, yâni laboratuarlarda olmazsa hiçbir halta yaramaz ve bunu da herkes bilir ama doksan yıldır bir el atan olmamışdır.

Millî savunma konusunda yapılması gerekenlere gelince, en başda atılacak adım, altmış bini sivil personel olmak üzere 720.000 gibi irkiltici bir sayıya sâhib bulunan TSK mevcûdunu son hızla takrîben 300.000 dolayına indirmekdir. Sâdece o 420.000 kişinin iâşe ve ibâte masrafından elde edilecek tasarrufla Türkiye millî Ar-Ge faaliyetlerini asgarî ikiye katlayabilir!

Afrika’nın beş altı ülkesinde askerî varlık bulunduran Fransa’nın Silahlı Kuvvetler mevcûdu 350.000.

Üstelik dünyânın hiç bir ciddî ordusunda, TSK gibi böyle sun’î olarak kabarık tutulan bir kadro için bile 364 general ve amiral bulunmaz! Ama bizde nedense oluyor! Hani “Şefçok, Kızılderili yok!” hikâyesindeki gibi.

Sâdece Ankara’da, yâni en yakın sâhile uzaklığı 350 km. olan bir şehirde 70 amiral yaşamaktadır. Yaşamaktadır diyorum, çünki ne iş yapdıklarını bilen yokdur. Eğer doğru dürüst bir iş yapıyor olsalardı bir savaş gemimiz Somali açıklarında mavna kovalayacağım derken karaya oturmaz ve ancak çatana yedeğinde Süveyş Kanalı’ndan geçerek “selâmetle” Türk karasularına ulaşmazdı.

TSK’nın bütün eğitim sistemi gibi, terfî sistemi de sakatdır. Her subay belirli bir rütbede belirli bir süre bekledikden sonra, eğer orduevinden gümüş takımlarını yürütürken suçüstü yakalanmak gibi saçma sapan  bir durumla yüz yüze gelmiyorsa, bir üst rütbeye yükseliyor. 30 Ağustos!!! Böyle bütün subayları hep yılın aynı günü terfî eden başka ordu var mı o da meçhûl!

Bir inceleseler bakalım o örnek aldıkları, daha doğrusu işlerine gelen bölümlerini kopya etdikleri Amerikan, Fransız, Alman, İngiliz vs. ordularında terfîler nasıl oluyor!

Ama işlerine gelmez...

Ben bunları içim yanarak anlatıyorum ama sakalım yok maalesef...

Bakalım bu seferki reform heyecânı ne kadar sürecek!