Rejimin adını tartışıyoruz

Biri “Türkiye’de hukuk devleti fiilen askıya alındı” diye yazmış... Rejimin adı için ‘diktatörlük’ ve ‘otoriter’ sıfatlarını kullananlar varmış... ‘Putin-modeli’ üzerinden ‘parti-devleti’ yakıştırması yapan da... Vaktiyle ‘sivil dikta’ diyen çıkmış; şimdi o yakıştırma hatırlatılıyor...

Kimin ne dediğini sütununda okuduğumuz kalem “Buna ‘Erdoğan rejimi’ diyebilir miyiz?” diye soruyor...

Diyebilir miyiz?

Henüz diyemeyiz, ama bu tartışmayı açıp yürütenler akıllarını başlarına toplamazlarsa, bir süre sonra, en fazla neden korkuyorlarsa başlarına onun geldiğini görebiliriz.

Açılan tartışma ‘post-19 Aralık’ özellikler taşıyor çünkü... “Hukuk devleti rafa kalktı” diyenin dayandığı her konu, 19 Aralık’ta başlayan sürecin ‘istiklâl mücadelesi’ gerektirecek bir kalkışma, siyasete dışarıdan müdahale olduğu tespitine dayanan bir dizi girişimle ilgili...

Tayyip Erdoğan, demokratik usulle seçilmiş yönetimini sona erdirmeyi hedefleyen bir ‘kumpas’ ile karşı karşıya olduğu kanaatinde. Hükümetini, Meclis grubunu buna inandırdığı ve tabanını da bu yolda hareketlendirmeyi başardığı için, kendisine karşı yürütülen kampanyayı karşı-hamlelerle boşa çıkartma amacında. Bir yandan daha önce ağzından çıktığını işitmediğimiz sözlerle kamuoyunu arkasında diri tutmaya çabalarken, bir yandan da ‘asimetrik-savaş’ saydığı müdahaleyi başarısız kılmaya çalışıyor.

Yargı kullanılarak siyasete müdahale edilmese HSYK, kimlerin piyasaya sürdüğü anlaşılmayan kasetlerle kamuoyunu biçimlendirmek istenmese internet yasaları çıkartılır mıydı? “İktidar üyeleri ve aile mensupları koruma altına alınıyor” diyenler, bu korunma ihtiyacının durduk yere çıktığını mı düşünüyorlar?

Vaktiyle demokrasinin tehlikeye düştüğü gerekçesiyle askerin siyasete müdahalesini alkışlamış kalemler, dışarıdan siyasi müdahalelerle demokrasinin tehlikeye düşürüldüğüne inanan bir hükümeti, aldığı tedbirler yüzünden, ‘demokrasi-dışı davranmak’ ile itham edebiliyor...

Eğer Türkiye iddia ettikleri gibi otoriter bir hüviyete bürünüyorsa, iddia sahipleri bunun sebebini önce kendilerinde aramalılar...

Her hamleleri, demokrasilerde denge unsuru sayılan kurumların zayıflamasına yol açıyor: Yargının... Medyanın... Cumhurbaşkanlığının hatta...

Korunma içgüdüsüyle de olsa alınan tedbirlerin bütününü onayladığım sanılmasın; benim yaptığım, kendisini tehlikede hisseden iktidarın neden böyle davrandığını anlamaya çalışmaktan ibaret...

Üzerlerine geliniyor diye başbakanın her şeyi bırakıp kaçacağını mı sanıyordu siyasete dışarıdan müdahaleyi başlatanlar?

Öyle sanıyor idiyseler, Tayyip Erdoğan’ı hiç tanımamışlar demektir...

Demokrasilerde, siyasi mücadele, siyaset alanında yer alan partiler tarafından ve demokratik kurallar içerisinde verilir; STK’lar, medya, kanaat önderleri siyasetin ikincil aktörleridir... Siyasetin sivil alanı yok etme niyetine nasıl karşı çıkılıyorsa, siyaset-dışı odaklardan gelen kuralsız müdahalelere de demokrasilerde göz yumulmaz.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı, demokrasilerde ayıp karşılanır. Doğru davranış tarzı, siyasete dışarıdan yapılan müdahalelere bütün siyasi aktörlerin ortak cephe oluşturarak karşı çıkmasıdır.

Peki, siyaset dışından müdahaleyle siyasi gidiş etkilenmeye çalışılır, siyasi aktörler de kendilerinden beklenenin tersini yaparlarsa ne olur?

Cevap veriyorum: Amaçladıklarının tam tersiyle karşılaşılır; şikâyet ettikleri, karşı çıktıkları yanlışlıklara kendileri kapı aralamış olurlar...

“Rejimin adı ne?” sorusunu gündeme sokanlar esas şu soru üzerinde düşünsünler: Müdahaleye kalkışanların amaçları yerine gelse, o rejimin adı ne olur?