Türkiye’nin Suriye politikasý içeride ve dýþarýda eleþtiri konusu. Kimisi kategorik AK Parti karþýtlýðýndan, kimisi de benim gibi risklerinden kaygý duyduðu için eleþtiriyor. Birinci gruptakileri ciddiye almak çok zor. Onlar iktidar ne yaparsa yapsýn eleþtirecekti. Baas rejimini de destekleseydi eleþtireceklerdi, arabuluculuk yapsa da.
Ama risklerinden söz edenleri dýþ politikayý yapanlarýn ciddiye almasý gerekiyor. Çünkü bu risklerin görülmemesi sadece Türkiye’nin zorlanmasý anlamýna gelmeyecek, yakýn zamana kadar kendileri için siyasette artý getiren dýþ politika vizyonunun iktidara yük olmasýna sebep olacak.
Ancak risklerin var olmasý uygulanan politikanýn baþarýya ulaþmayacaðý, Esad’ýn yerinden uzaklaþtýrýlamayacaðý anlamýna gelmiyor. Hatta Türkiye isterse Suriye’ye tek baþýna da müdahale eder, Baas rejimini devirip yerine kendine yakýn, Suriye sosyolojisinin de destekleyeceði gruplarý iþbaþýna getirebilir.
***
Fakat böylesi bir müdahalenin siyasi, askeri, ekonomik ve insani sonuçlarý aðýr olur. Elinde güçlü bir hava savunma sistemi olan Suriye direnir. Çok sýkýþýrsa kimyasal silah bile kullanýr. Sonunda askeri açýdan galip gelsek de kaybeden biz oluruz. Savaþa toplumsal anlamda hazýrlýklý olmayan, 1974’den bu yana uluslararasý silahlý çatýþmaya girmeyen Türkiye kayýplarýný kaldýramaz.
Gerçekçi olalým; Esad’ýn Esedleþtirilmesi, müdahalenin insani gerekçelere dayandýrýlmasý da sonucu deðiþtirmez. Üstelik yumuþak gücümüzden kaynaklanan bölgesel etkimiz de kabul edelim ki erozyona uðrar. Bugün bizi müdahaleye, savaþa teþvik eden Arap kanaat önderleri de ölümler karþýsýnda geri adým atar, Osmanlýcýlýktan ve kýyýmdan söz eder.
Diyebilirsiniz ki Türkiye’nin derdi müdahale deðil, tek baþýna müdahale hiç deðil. Haklýsýnýz gerçekten de deðil. Türkiye belli ki Esad üstünde baský oluþturmaya, sivil ve askeri muhalefeti desteklemeye, fiili bir tampon bölge yaratmaya, uçuþa yasak bir alaný etkin bir þekilde hayata geçirmeye çalýþýyor.
Türkiye’nin tercihi Esad’ý koltuðunu býrakmaya ikna etmek, düzenli bir yetki devrini saðlamak. Tarýk El Þara lafýnýn ortaya atýlmasý, BM ve Arap Ligi’nin çabalarýna destek verilmesi bu yüzden. Güç gösterisi diplomasiyi desteklemeye yönelik.
Zaten Ankara savaþ isteseydi bahaneleri çoktu. Keþif uçaðý düþtüðünde de, Akçakale tehdit edildiðinde de Suriye’ye savaþ açabilirdi. Oysa tam tersine itidal yolunu seçti. Tek baþýna müdahale etmeye kalkmadý. Ama Ankara’nýn niyeti ne olursa olsun krizin týrmanma ve Türkiye’nin tek baþýna savaþa sürüklenme riski var.
Siyasi tarihe baktýðýnýz zaman krizlerin yönetilememesinden doðan pek çok istenmeyen savaþýn çýktýðýný, insanlarýn öldüðünü, devletlerin çöktüðünü görüyoruz. Bütün krizlerin yönetilemediðini de biliyoruz. Bu yüzden kaygýlanýyoruz. Hükümeti, daha doðrusu Dýþiþleri Bakaný Davutoðlu’nu fazla risk almakla suçluyoruz.
***
Diðer yandan risk almadan da etkili olunmuyor, dünya siyasetinde ülkenizin ciddiye alýnmasý saðlanmýyor. Sorunumuz belki de siyasi tutuculuðumuzdan, statüko savunuculuðumuzdan kaynaklanýyor. Krizin yeterince iyi yönetildiðine ve yönetileceðine inansak belki daha farklý davranacaðýz.
Ama þu an elimizdeki bilgilerle gördüðümüz krizin týrmandýðý ve arkamýzda kimsenin durmadýðý yönünde. Amerikan Savunma Bakaný’nýn yaptýðý açýklamalar da, NATO Genel Sekreteri’ninki de hiç iç açýcý deðil. Ne Amerika ne de Avrupa yeni bir savaþ istiyor.
Onlarýn kendince haklý nedenleri var. Kimisi krizde, kimisi seçim arifesinde. Ayrýca Mýsýr’da, Tunus’ta, Libya’da, Yemen’de yaþanan deðiþimlerin ne kadar kendi çýkarlarýna olduðunu da kestiremiyorlar. Ýsrail deseniz iki jeopolitik hasmýnýn birbirine düþmesini herhalde çok büyük bir keyifle seyreder, bir taþ bile atmadan iki kuþ vurmanýn zevkini çýkartýr.