Rojava... Görmezsek biter diyenlere

Suriye’nin kuzeydoğusuna tekabül eder. 19 Temmuz 2012 tarihi, sadece Rojava için değil, diğer tüm Kürtler için de önemli. Zira Rojava devlet. Suriye’de yaşanan iç savaşın belki de tek önemli sonucu bu oldu, milyonlarca insan sürgüne çıktı, yüzbinlerce insan öldü, taş üstünde taş kalmadı Suriye’de. Rojava bu şartlar altında kuruldu.

1962’den bu yana Suriye, bünyesindeki Kürtlere vatandaşlık hakkı tanımıyordu, nüfus cüzdanları bile olmayan Kürt nüfus, hem siyasi baskıyı hem de yürütülen ret politikası gereği ciddi bir asimilasyonu yaşıyordu. Suriye’de Arapların dışındaki farklı etnik guruplar değildi yalnızca bu ağır baskıdan nasibini alanlar. Özellikle mezhep üzerinden ve çoğunluk oldukları halde Sünnilere yaşatılanlar da Kürtlerinkinden çok farklı değildi...

Esed diktatöryasının aleyhine başlayan halk gösterileri, kısa sürede farklı muhalif güçlerce desteklenmeye başladığında, haklı olarak gözler uzun yıllar kan ve şiddetle bastırılan Kürtleri aradı. Esed karşısında bir türlü birleşemeyen hatta çoğu kez kendi aralarında da çatışmaya giren muhaliflerden farklı olarak, Kürtler, Rojava’da kendi yönetimlerini kurma yolunu seçtiler. İlk başlarda Suriye Kürt Ulusal Konseyi altında birleşme yolu denense de, Demokratik Birlik Partisi (PYD) daha hızlı hareket edilmesi kararındaydı. Suriye’deki iç karışıklık ve Esed’in bölgeden çekilme kararı almasını da gözeterek Ulusal Konsey’le anlaştılar ve YPG adlı halkçı koruma birliklerini kurdular.

Şu anda gündemde tartışmakta olduğumuz Kobani, Rojava’nın dört eyaletinden birisi ve merkezi konumda. Jeopolitik olarak diğer eyaletlere ulaşımsa sadece Türkiye üzerinden sağlanabiliyor, yani Kobani, Rojava’nın kalbi hükmünde...           

***

Geçen hafta sonu Muş’a giderken Osman Baydemir’le karşılaştık havaalanında. Brüksel’den Diyarbakır’a geçiyordu, uzun sohbet imkanımız oldu. Rojava’nın sadece Suriye’deki Kürtlerin nazarında değil, yeryüzüne dağılmış diğer tüm Kürtler üzerinde de ne kadar önemli bir anlamı olduğunu Osman Bey’in ifadelerinden anladım. Bana göre, diktatöre isyan etmesi gerekirken, muhalifleri yolda bırakarak fırsattan istifade kurulan, hatta pek çok diplomasi yorumunda Esed’in Türkiye ile arasında bilinçli olarak bir tampon mahiyetinde bıraktığını da okuduğum defacto bir rejimdi Rojava... Ama işin aslı öyle miydi gerçekten? Baydemir; Irak, Suriye, İran hatta Ermenistan sınırlarında yaşayan halkların yoğun etnik yapılarına bir bakın diyordu konuşmasında. Hakikaten Türkiye’nin güney sınırları ve doğu uçlarının önemli bir kısmı, Kürt nüfusuyla etkindir. Sert sınır algısının akraba ve komşu milletler arasında, geçen yüzyıldaki sekterliğiyle değil de dayanışmaya, geçişkenliğe dayalı olarak yeniden kurgulanıp kurgulanamayacağı meselesin de konuştuk. Baydemir, Rojava’yı fırsata çevirebilirdi hükümet ne ki duyarsız kaldı, görmezden geldi diyor...

***

IŞİD’in bölgede bir şiddet virüsü gibi yaptığı atak, en nihayetinde kapımızda patladı. Güya Şam’a, yani karşı çıktığı diktatöre doğru yürüyecekken, hangi saikle olduğu şüpheli, Rojava’ya Kobani’ye doğruldu. Hem de ‘’Rojava olmazsa çözüm sürecini yırtar atarız’’ diyen şahinler korosu eşliğinde... Irak’ta Maliki’nin Sünnileri reddeden politikasına isyan edenlerden oluştuğu söyleniyordu aynı IŞİD’in, ama orada da anti-sünni rejimin kalbi mesabesindeki Bağdat’a gideceğine, yolunu Erbil’e çevirdi. İnsan ister istemez IŞİD’in hedefindeki ülkenin Türkiye olup olmadığını soruyor...

***

Cumhurbaşkanımızın ABD’den yaptığı konuşmada IŞİD’e karşı konuşlanacak koalisyonda yer alış biçimimiz önümüzdeki günlerde daha netleşecek.

Umarız Ortadoğu IŞİD bahanesiyle yeniden kana bulanmaz. ABD’nin Saddam diyerek akıttığı kan henüz kurumamışken... Bu arada İslami kesimin sivil örgütlerinin bu hadiseyi ve çözüm yollarını konuşmakta, bilgi belge rapor hazırlamakta hatta eyleme geçmekte geciktiğini görüyoruz. Hükümet ve MİT’ten gelecek çağrı bekleniyor herhalde!