Roman romanesque...

Demokratikleşme Paketi kapsamında bir “Roman Enstitüsü” de kurulacakmış.

Bence başına da Yaşar Kemâl Ağabeyimiz geçirilmeli!

Hâlen bir roman enstitüsünü ondan iyi yönetecek kimse yokdur sanıyorum.

Roman nedir, ne işe yarar, nerde yetişir, körpe dımağları zehirleme gücü kaç derecedir gibi sualleri ondan iyi cevablayacak birini ben bilmiyorum.

Rahmetli Hayrünnisâ Halamın Can yoldaşı Rümeysâ Kalfa enstitüye “Enis Dudu” derdi.

Olabilir, biz Hitler’e büyük devlet adamı diyenleri bile gördük.

Öte yandan böyle mutasavver bir enstitünün daha adı bile bizim ne kadar riyâkâr ve içinden pazarlıklı bir millet olduğumuzu göstermesi bakımından ilginçdir!

Ulan, “Çingene” desene şuna!

Sen bu kavmin asıl adını bir hakâret kavramı olarak kabûl edersen senin enstitüne, Enis Dudu’na kim inanır?

Ondan sonra da bizde ırkçılık yokmuş sözümona!

Pis Çingene, Korkak Yahudi, Rum Kopili, Ermeni Tohumu, At Hırsızı Çerkes, Kalleş Arab, Ödlek Acem... daha kim kaldı? Haa, Kancık Bulgar... Şimdilik burada keseyim, çünki içime fenâlık basmaya başladı... Ama Sırp Dölü’nü de es geçmeyelim, ayıb olur Sırp kardeşlerimize...

Hani Osmanlı devri Meclis-i Meb’ûsân celselerinden birinde kâtib, memur maaşlarıyla ilgili bir takrir sûretini okurken, eski harflerle her ikisi de aynı yazıldığı için “memûrîn” (memurlar) yerine “memûreyn” (iki memur yâhut iki memurlar) deyince milletvekillerinden biri seslenmiş:

“Memureyn olsa balla besliyelim!”

Bu da onun gibi...

Roman Enstitüsü ile iş bitse öpüp de başımıza koyalım!

Eğer işi ciddî tutacaksak daha en az yirmi otuz enstitü daha açmamız gerekecek.

Tuhafdır, bizde Türk lafı bile uzun süre kaba, görgüsüz filan gibi anlamlarda kullanılmışdır.

İşte tam burada Cennetmekân Hâkan II. Abdülhamîd’i anmasak olmaz:

Efendim, Yıldız Sarayı’nın Bahçesi’nde birkaç bahçıvan bir şeyler yapıyor ve Hâkan da pencereden aşağıyı seyrediyormuş. Bir ara bahçıvanların şefi olan Arnavut, hatâ işleyen bir personele “Eşek Türk!” diye küfredince Sultan uzanarak lafa karışmış:

“Efendi, ben de Türk’üm!”

Zavallı adamcağız fenâlık geçirerek yere yığılmış kalmış...

Onun için siz siz olun ve hiçbir zaman öyle uluorta Türkleri aşağılayıcı bir lakırdı etmeyin!

Meselâ “Biz Türkler adam olmayız!” demeyin!

Gururlu davranın!

İlle de buna benzer bir şey söylemek istiyorsanız “Adamlık matah bir nesne olsaydı bizçokdan üstlenirdik...” deyin, aynı kapıya çıkar.

Bana gelince ben şahsen Türk olmakdan fevkalâde memnûnum.

Hele birtakım Avrupalıların, Türk olduğumu öğrenince duydukları şaşkınlık beni çok eğlendiriyor.

Gerçekden de Türk deyince kaba saba, hırtlambo bir âdem türü tahayyül edenlerin sayısı Avrupa’da hâlâ şaşılacak, yâhut şaşılmayacak derecede yüksekdir.

Benim gibi inanılmaz derecede yakışıklı, boylu boslu, şık, zarif, zekî ve kültürlü birinin Türk olduğunu öğrenenlerin çoğu ağır bir kültür şoku geçirir. Hele benim üstüne üstlük olağanüstü zengin ve eli açık biri olduğumu fark etmeleri onları daha da bir sarsar.

Ben de bundan keyif duyarım. Meselâ bir yere girerken hep iki elimde iki tomar para bunları sağa sola saçarak herkesin nasıl kapışdığını izlemek benim için çok hoş bir manzaradır. Üstelik böylece Türklerin ne kadar görgülü insanlar olduğunu da bütün dünyâya îlân etmiş olurum.

Ne mutlu Türk’üm diyene!