Roma’ya ve Roma İmparatorluğu’na dair

Vatikan devletinin merkezinde, St. Peter Meydanı’nda, aynı adlı kiliseye girenleri denetleyen gencin, başı şapkalı birini şapkasını çıkarması için uyardığını görünce 40 yıl öncesi zihnimde beliriverdi...

Karı-koca aynı kiliseye girmek üzere kapıya kadar gelmiş olan bir Türk aile, erkek kısa pantalonlu olduğu için, yine genç bir görevli tarafından kiliseye sokulmamıştı... Adamın kendisini önemseyen, gencin yaptığını küçümseyen çıkışlarını dilimizden dinleyince, kapıdan çevrilenlerin bizden olduğunu çıkarmıştım...

Papalığın merkezindeki kiliseye giden yolda hatta içinde bile çıplak heykeller var, ama hafif tertip canlı çıplaklığa müsamaha yok...

Roma dünyanın gördüğü en büyük imparatorluklardan biriydi. Latince ‘imperium sine fine’ (‘uçsuz bucaksız imparatorluk’) diye anılırdı. Roma merkezliydi, ama toprakları Afrika’yı ve Ortadoğu’yu da içine alıyordu. Anadolu’daki Bergama imparatorluğun önemli merkezlerindendi. İşgal ettiği toprakların nüfusu dünya nüfusunun dörtte birine yakındı. Günümüzde aynı topraklar üzerinde 40 ülke bulunuyor.

Zamanında hiç sona ermeyecekmiş gözüyle bakılırmış Roma İmparatorluğu’na... Bir ara, George W. Bush’un Irak’a açtığı savaş sonrasında takındığı tavrın ‘imparator’ tavrı olduğu, ABD’yi dünyanın dört bir tarafına gönderdiği askerleriyle bir tür çağdaş Roma İmparatorluğu’na dönüştürmeyi amaçladığı çok yazıldı...

Bize Roma’daki tarihi yerleri gezdiren İtalyan rehber hayli politik biriydi. Roma İmparatorluğu ile ilgili aktardığı bilgilerden sonra, lâfı döndürüp dolaştırıp günümüz İtalyası’nda yaşananlara getiriyor ve lâfını da sakınmıyordu. Bir ara, ‘‘İyi ki aramızda İtalyan yok’’ diye içimden geçirdim. Berlusconi’yi sevmeyen bir İtalyan bile işittiklerini hazmedemeyebilirdi...

Lâfı bir ara şu noktaya getirdi: ‘‘Üçüncü imparator Caligula gibiydi Berlusconi; büyüklük sevdasına kapılmış ve etrafındakileri rencide etmeye başlamıştı. İlk imparator Augustus kurduğu devlete ‘imparatorluk’ dese bile, kendisini ‘principal’ (ilk vatandaş) olarak takdim etmekteydi. Caligula ise o sıfatı bir tarafa bıraktığı gibi devletin vatandaşlar karşısındaki yetkilerini artırmanın peşindeydi. Kişisel güç sevdası, cömertçe harcamalar ve kadınlarla zevk âlemleri dönemini belirledi... Büyük projelere gitti devletin paraları, bir de onun içinde zevk-ü sefa ile yaşadığı mâlikânelere... Zâlimdi de... Bizim eski başbakan da başlarda daha tevazu sahibiyken, sonlara doğru hep orada kalacakmış gibi başına buyruk davranmayı yeğledi.’’

Caligula’nın âkıbetini merak ettim doğal olarak...

‘‘Berlusconi ona göre şanslı sayabilir kendisini; hiç değilse doğal yollardan tasfiye edildi. Caligula ise onun kadar şanslı değildi; hayatı kılıçla sona erdi. Saray’dan birileriyle Roma Senatosu’nun yönlendirdiği ‘Praetorian Koruma Birliği’ne mensup subayların düzenlediği bir suikasta kurban gitti.’’

Siyaset biliminde bugün bile kullanılan bir deyimdir ‘Praetorian Guards’... İmparatoru koruma görevinin sahibidirler, ama pek çok imparatoru öldürüp yenisini tahta geçirdikleri için çoğu zaman devleti onlar yönetmiştir... ‘Asker vesayeti’ kavramının karşılığı olarak kullanılır bu deyim...

Kendi korumaları tarafından öldürülen ilk imparatorun yerine, Praetorian subayları, Caligula’nın hiç bir işe yaramaz gözüyle bakılan amcası Cladius’u işbaşına getirmişler... Tahtında gözleri vardır diye ailesinin bütün kadınlarını sürgüne gönderip erkeklerinin vücudunu ortadan kaldırırken, kimi rahatsızlıkları yüzünden küçümsediği Cladius’u, ara sıra bakıp gülebilsin diye, sağ bırakmış Caligula; onun komik saydığı Cladius hem tahta geçmiş, hem de bayağı iyi bir hükümdarlık yapmış...

Rehberimiz, pek çok başka bilgiyi paylaştıktan sonra, sözü yine bugüne getirdi. Söyledi, söyledi ve sonunda ‘‘Bu benzerlikleri ben kurdum sanmayın, İtalyan basını bir ara Caligula ile Berlusconi arasında o kadar çok benzerlik kurmuştu ki, hepimiz bundan etkilendik’’ dedi.

Eve döner dönmez Roma İmparatorluğu ile Caligula konularına biraz daha yakından bakacağım.

‘‘Merak etmeyin, biz yakında düzeliriz’’ dedi rehberimiz...