Sahibinden yaşanmış yeşil tosbağa rehberi

Yeşil tosbağa otobüsleriyle ABD’nin bir ucundan diğerine yaptığımız tur, geçen haftanın satırlarına sığmadı. Grand Teton’dan Gizli Şelale’ye, dünyanın ilk ulusal parkından Devil’s Tower’a hatta Niagara Şelaleri’ne daha görülecek pek çok yer var. Katılmak isteyenler için...

Geçen hafta hayatımın en ilginç yolculuklarından birini anlatmaya başlamış, sözü rafting yaptığımız günde bırakmıştım. Grand Teton Ulusal Parkı, Wyoming eyaletinin kuzeybatısında, Idaho ve Montana sınırında. Adını yamacına kurulduğu Teton Dağları’ndan alan Grand Teton, ABD’nin en olağanüstü manzaralı ulusal parklarından. Park bünyesinde kıvrımları nedeniyle Snake (Yılan) olarak adlandırılan nehirde rafting yapılabiliyor. İşte biz de sırılsıklam olmaya aldırmadan çılgın nehirle bir olup aktıktan sonra yakındaki Jackson kentine gidip akşam yapacağımız kamp için yiyecek ve içecek aldık. Yola çıktığımızdan beri ilk defa otobüsün dışında, yıldızlar altında uyuyacaktık. Kamp yerine vardığımızda yağmur bastırınca otobüsün yanına bir çadır kurup beşamel soslu, sebzeli makarnayla salatamızı hazırladık. Yemek hazırlanırken gitarlar çalınıyor, şarkılar söyleniyor, herkes bulunduğumuz yerin keyfini çıkarıyordu. Ertesi sabah da hummalı yemek hazırlığı 34 kişi için altı tavada pişirdiğimiz muzlu pancakeler (Amerikan bazlaması) ile devam etti. Öğle yemeği için sandviçlerimizi hazırladıktan sonra yerlerimizi aldık, kısa bir yolculuktan sonra parkın yürüyüş yapılabilen kısmına vardık. Burada her biri farklı uzunluk ve zorluk derecesindeki parkurlar arasından seçim yaptık. Üç Alman ve Japon arkadaşımla yürürken küçük bir ayıyla karşılaştık. O bizden, biz ondan korktuk tabii! Kır çiçekleri, sincaplar ve şırıl şırıl akan şelaleler yürüyüş keyfimize eşlik etti. Hidden Falls’a (Gizli Şelale) ulaştığımızda biraz dinlenip delice akan suyun sesini dinledik ve otobüse geri döndük. Sebzeli Çin kavurması ve pilavdan oluşan akşam yemeğimizi yedikten sonra yine yağmur başlayınca otobüse doluştuk ve şarkılar söyleyip sohbet ettikten sonra uykuya hazırlandık.

DÜNYANIN İLK ULUSAL PARKI

1872 yılında dönemin ABD Başkanı Ulysses Simpson Grant’in imzaladığı bir kanunla dünyanın ilk ulusal parkı olarak tescil edilen Yellowstone göller, kanyonlar, dağlar, bir göl ve nehirler içeren topraklarda kuruldu. Yellowstone’un en çok ziyaret edilen yeri her patlamada (45-125 dakikada bir patlıyor ve suların dansı 1.5-5 dakika sürüyor) 50 metreye kadar sıcak su fışkırtan Old Faithful Gayzer. Bu parkın özelliklerinden biri de ABD’nin en büyük ekonomik kriz döneminde binlerce aileye evsahipliği yapması. Gelenler çadırlarda yaşamış ve nehirlerden tuttukları balıkları yiyerek hayatta kalmış. Bölgeden ayrılıp yine ulusal parkın sınırları içinde kalan, Pamukkale’ye benzese de onun kadar etkileyici bulmadığım Mammoth Hot Springs’e uğrayacak, günün sonunda Yellowstone’dan ayrılıp akşam yemeğimizi hazırlamak için bir nehir kenarında mola verecektik. Montana’daydık ve gökyüzünün engin maviliği günbatımının mucizevi paletiyle kırmızıya dönüşmüş, ortaya büyüleyici bir manzara çıkmıştı. Pesto soslu spagetti ve salatamızı iştahla yedikten sonra bütün geceyi yolda geçirmek üzere otobüsteki yerlerimizi aldık.

Ertesi sabah Wyoming eyaletinde uyandık ve Amerikan yerlilerinden Kiowas kabilesince kutsal kabul edilen Devil’s Tower’ı ziyaret ettik (Kızılderililer ona kendi dillerinde “Mateo Tepee” diyormuş.) 1906 yılında ABD’nin ilk ulusal abidesi olarak kabul edilen bu garip tepenin etrafında dolanıp fotoğraflar çektik. Akşam Boston’dan gelen otobüsle South Dakota’da, Pine Ridge Indian Reservation’da buluşacak ve geceyi onlarla birlikte kamp yaparak geçirecektik. Pine Ridge, bir zamanlar Oglala Sioux’ların (Oglala Lakotaları) anavatanıydı. Lakotalar ve Amerikan yönetimi arasında pek çok sorun yaşanmış ve bu topraklarda binlerce kızılderili öldürülmüştü. Doğrusu bizim de sevinç ve heyecanla başlayan gecemiz istenmeyen olaylarla son bulacaktı. Sabah erken saatte yardım isteyen birinin çığlığıyla uyandığımızda diğer otobüsün şoförlerinden birinin etrafta dolanan birkaç sarhoş Kızılderili ile dalaştığını ve birinin kaçarken düşüp bacağını kırdığını öğrendik. Bu olay üzerine hemen şoför hastaneye götürüldü. Vedalaşıldıktan sonra iki üzgün yeşil tospağa iki farklı yöne doğru yoluna devam etti.

TURUN FİYATI 1300 DOLAR

GREEN Tortoise otobüsleri 40 yıldır çeşitli güzergahlarda binlerce kişiye unutulmaz anlar yaşatıyor. 1996’da San Fransisco-Boston arasında benim de katıldığım yolculuk 10 gün sürüyordu ve yiyecek katkı payıyla birlikte 350 dolar ödeniyordu. Artık süresi 14 gün ve ücreti bin 300 dolar. Değer mi? Kesinlikle değer. Yeni yılda yapabileceğiniz en çılgın seyahatlerden biri bu olabilir. Bu benzersiz yolculuk için ayrıntılı bilgiye www.greentortoise.com  adresinden ulaşabilirsiniz.

Işıklar içinde Şikago ve geceyarısı Niagara şelaleleri

HER gün başka bir yerde uyanarak devam eden yolculuğumuzun en özel anları arasında akşam hava karardıktan sonra vararak caz dinlemek üzere çeşitli kulüplerine dağıldığımız Şikago’da geçirilen saatler ve yine bir geceyarısı gördüğümüz Niagara Şelaleleri vardı. Bir de şoförümüz Ted’in Minneapolis’te yaşayan annesini ziyaret etmiş, bize hazırladığı kahveyi yudumlamış ve keklerden yemiştik. Kadıncağız karşısında 32 kişi görünce ne düşündü bilmiyorum!

Şikago’ya akşam 8’de varıp kentin en yüksek binaları olan Sears ve John Hancock kuleleri, Michigan gölü, Lincoln Parkı ve Chicago Nehri’ni kısaca da olsa görmek pek hoştu. Sabaha karşı kentten ayrılırken doğrusu herkes bu büyülü kenti gördüğü için pek mutluydu. Gezinin sonuna yaklaşmıştık. Son kahvaltılarımızdan birini Pennsylvania eyaleti sınırında, Erie Gölü kenarında bir parkta yapıp gölde yüzdükten sonra yine aynı yerde akşam yemeğizi yiyip geceyi yolda geçirecektik. O gecenin sürprizi de Niagara Şelaleleri idi. Gecenin bir yarısında uykudan uyanıp uzunca bir yürüyüşten sonra dünyanın en büyük ve en güçlü şelalelerinden biriyle buluşmak garip de olsa unutulmaz bir keyifli.

Son kampımızda nefis bir Meksika yemeğine demir tavalarda pişirdiğimiz mısır ekmeğini katık edecektik. Ertesi gün öğleden önce New York’a varmayı hedefliyorduk. 5 Ağustos pazartesi sabahı birlikte son kahvaltımızı yapıp eşyaları otobüse yerleştirdikten sonra grup fotoğraflarımızı çektirdik. Otobüse bindikten iki saat sonra New York’ta ayrılacaklarla vedalaştık. Akşam 8’e doğru Boston’un gökdelenleriyle karşılaştığımızda hayatımın en ilginç yolculuklarından birinin sonuna geldiğimi anladım. Bu geziden yıllar sonra kendisine anlattığım anılar yüzünden bir arkadaşım da aynı yolculuğu yapacak, dönüşünde “Neyle karşılaşacağımı bilseydim bu yolculuğu kesin yapmazdım ama iyi ki yapmışım” diyecekti.