Sahte baþkanlýktan sahici gerçek baþkanlýða

Dün gece her vatandaþ gibi ben de Antalya Milletvekili Sayýn Deniz Baykal’ý ibret ve hayret ile izleyip, söylemeye çalýþtýklarýný özenle dinledim. Baykal’ý dinlerken parlamenter rejimin aslýnda “sahte bir kabuktan” ibaret olduðuna bir kez daha inandým. Baykal “Baþkanlýk sisteminin toplumdaki çoðulcu ve katýlýmcý yapýya uygun olmadýðýný” söylüyordu, büyük bir piþkinlikle.

Yaklaþýk 25 yýllýk genel baþkanlýk döneminde kendi partisinde bir kez bile “ön seçim” yapmamýþ birinin “çoðulculuk ve katýlýmcýlýktan” söz etmesi, eðer tarihin tuhaf bir ironisi deðilse, düpedüz, hepimizi toptan ve kolayca geri zekalý ilan eden zihniyetinin ürünü olur.

Ayný konuþmada Baykal, AK Parti’nin Türkiye’nin bütün renklerine sahip çýkan söylemini “bölünmenin ayaða düþürülmesi” olarak deðerlendirip, siyasi kriz ve kaosun bundan kaynaklandýðýnýn altýný çiziyordu. Hem çoðulculuktan ve katýlýmcýlýktan söz edip, hem de Türkiye’nin esas renklerinin adlarýyla dillendirilmesinden rahatsýz olmak, herhalde demokrasi aþkýyla izah edilemez. 

Toplumsal çeþitliliðe tahammül edemeyen bir zihniyet asla çoðulcu ve katýlýmcý olamaz. Toplumun sosyolojik dinamizminin siyasal temsiline karþý olanlar demokrat bile olamazlar.

Deniz Baykal Türkiye’de sosyal demokrasiyi tasfiye eden isimdir. Demokrasinin “sosyal karakterine” büyük bir alerji duyan bu zihniyet, aslýnda “demokrasisiz bir cumhuriyetin” gerçek gönüllü muhafazakarlarýdýr. Sosyal demokrasiyi tasfiye eden bir zihniyet, siyasal rejimi demokratikleþtirebilir mi? Sorulmasý gereken asýl soru budur.

Bu tür bir görüþ, bir taraftan kesin ve katý bir öðreti olarak cumhuriyet fikrine ideolojik biçimde sahip çýkarken, diðer taraftan ise sözkonusu cumhuriyetin yaþanmýþ deneyimlerine, enerjik þekilde sýký sýkýya sarýlýrlar. Çünkü onlar için cennet bundan baþka bir þey deðildir. O nedenle de bu cenneti olasý her araçla savunurlar. Pratik ve resmi biçimde þekillendirdikleri “özel” deneyimi herkese toplumsal çýkar olarak sunma çabasýndan da geri durmazlar.

Oysa gerçek hiç öyle deðil. Türkiye’de cumhuriyet hiçbir zaman gerçek bir parlamenter rejim ile yönetilmedi. Kurulduðu ilk günden itibaren askeri bir hiyerarþinin vesayeti altýnda oldu. Biçim parlamenter gibi sunulsa bile “öz” hep baþkancý kaldý. Parlamenter rejim bir giysi; içindeki beden ise, kelimenin tam anlamýyla baþkancýydý.

Öyle ki, askeri vesayet, normal koþullarda yapamadýklarýný, her 10 yýlda bir darbeler yapmak süretiyle gerçekleþtirip baþkanlýðýný sürdürdü. Þu an içinde olduðumuz anayasal çerçevenin bile askeri vesayetin mirasý olduðunu unutmayalým. Parlamentonun kapatýlmasý, siyasi partilerin yasaklanmasý, Anayasanýn rafa kaldýrýlmasý ve bütün siyasilerin siyasi yasaklý ilan edilmesi, despotik bir baþkanlýktan baþka bir þey olabilir mi?

Herkesin bildiði bir siyasal deyim var Türkiye’de; “seçim kazanýp hükümet olabilirsiniz ama asla iktidar olamazsýnýz.” Bunun anlamý þudur; Türkiye’de parlamenter rejim iktidar üretmez. Çünkü iktidar zaten askeri vesayetin baþkanlýk egemenliði altýndadýr. Seçilmedikleri halde iktidar her zaman iþgal altýndadýr.

Askeri vesayetin parlamenter rejimde ýsrar etmesinin basit bir mantýðý var; “Böl ve yönet”. Böldüðünüz her toplumsal kesimleri daha kolay yönetebilirsiniz. Böldüðünüz, gerçek gücünden yoksun düþürdüðünüz herkesi kendinize daha muhtaç hale getirirsiniz. 

Parlamenter rejim bir strateji olarak Türkiye’nin düzenli sosyolojisine dayatýlan bir kaostur. Þimdi sahici bir baþkanlýk sistemi, parlamenter rejimin oluþturduðu kaosa düzeni dayatmak olacaktýr. Düzene kaosu dayatmak yerine, kaosa düzeni dayatmak. Yapýlmak istenen budur. Meselenin esas özü de budur.