Bizim harika bir üstadýmýz var.
Evimizde Büyük Doðu ciltleri vardý, ben de okurdum. 6-7 yaþýnda çocuk, ne okuyacak, ne anlayacak diyebilirsiniz.
Ben, Büyük Doðu’nun içinde bana hitap eden sayfalar, köþeler bulurdum.
Üstad’ýn kitaplarý arasýnda, okumadýðým çok azdýr.
Ýdeolocya Örgüsü’ndeki ‘militarizm’e yaklaþan disipline içim ýsýnmadý hiçbir zaman, ama, üstadýn ‘adalet’ konusundaki baþka hiç kimsede görmediðim hassasiyetine meftunum.
Star Gazetesi’nin Cumartesileri verdiði Büyük Doðu týpkýbasýmlarýnýn nesýl ezber bozduðunu görüyorum ve bu da çok hoþuma gidiyor.
Düþünsenize, Dersim’deki katliamla savaþýyor Üstad. Bunu o zamanýn solcularý bile yapamadý. Þimdi, biraz özgürlük, biraz hareket alaný buldular da, ara sýra Dersim-mersim diyorlar.
Bize bir isim vermiþti Üstad.
‘Sakarya, saf çocuðu, masum Anadolu’nun’ diyordu. Oyduk biz. Ve hayat, hayatta tanýk olduðumuz, hatta maruz kaldýðýmýz çakallýklar, puþtluklar, adilikler, her zamanýmýzda, ‘Masum Anadolu’nun saf çocuðu’ olduðumuzu, bir daha, bir daha, bir daha gösterdi bize.
Ýsmet Özel, derdi ya, ‘Aldatanlardan olmaktansa, aldatýlanlarýn arasýnda olmayý tercih ederim’ diye... (Laf bunun aynýsý deðildi ama buna yakýn bir þeydi.)
Biz, çok zaman aldatýldýysak da, hiç aldatanlarýn yanýnda olmadýk.
‘Akrebin kýskacýnda yoðurmuþ bizi kader
Aldýrma, böyle gelmiþ, bu dünya böyle gider’
Buydu iþte. Ayný dediði gibiydi. ‘Gözyaþýyla ýslanmýþ hamurdan’dýk.
Üstad’ýn þiiriyle yürüdük kaldýrýmlarda. Tak, tak ayak sesimizi aç köpekler iþitiyordu sabahlara kadar! Yusuf Er, kimse hatýrlamasa sen hatýrlarsýn. Mustafa Iþýk, sen de. Ramazan Dikmen, göçtün gittin ama, hiç sensiz olmadýk biz, sen de hatýrlarsýn!
(Sonra, Sezai Karakoç aldý götürdü bizi. ‘Anadolu kýtasý büyüklüðündeki dava taþý’ büyüdü, büyüdü, Maðrib’den Endonezya’ya kadar geniþledi.)
Nasýl yakalamýþtý Üstad bizi, taa kalbimizden.
“Öz yurdunda garipsin, öz vatanýnda parya!”
Yemin etmek adetim olsa, ‘vallahi öyleydik’ derdim þimdi. Ama doðru lafýn yemine ihtiyacý yoktur. Öyleydik. Öz yurdumuzda gariptik.
Biz, hesaba katýlmazdýk. Yoktuk biz.
Geçenlerde yazmýþtým. Evden çýkýnca ailece, Üsküdar Din Görevlileri Lokali’ne giderdik. Orada, alkolsüz olduðu söylenen bir kola içerdik. Akolamýydý, neydi markasý. (Onu da, bizi aldatmak için yaptýlarsa, günahlarý baþýna!) Birbirimizi var ediyorduk. Etmeye uðraþýyorduk. Baþkasýnýn bizi dikkate almasý lüzum etmiyordu.
Yeþilçam filim yapýyordu, bir tek kapýcýnýn karýsý annelerimiz gibi giyiniyordu. Yoktuk biz.
(Birleþen Yollar’da alný secdeli bir adam mühendis oldu da, bir defacýk nefes aldýk.)
Olsun. Güveniyorduk kendimize.
Buralýydýk, yabancý deðildik. Onlar tanýmasa da, bu topraklar bizi tanýrdý. Yerliydik.
“Fakat Sakarya baþka, yokuþ mu çýkýyor ne
Kurþundan bir yük binmiþ köpükten gövdesine
Çatlýyor yýrtýnýyor yokuþu sökmek için
Hey Sakarya, kim demiþ suya vurulmaz perçin.”
Düþtük, kalktýk, yine düþtük, yine kalktýk. Suyun akýþý gibi deðil, suyun daða týrmanmasý gibiydi yürüyüþümüz. Bakýn Türkiye’ye.
Sakarya þiirinde anlatýlanlara benzer adamlar vardýr. Kalabalýk deðildirler, ama vardýrlar. Aralarda görürsünüz. Þiirin içinden alýnýp oralara konulmuþ gibi.
Þiirin içinden çýkýp gelmiþ gibi...
Yüreklerinin, kýrk yýl önceki gibi, hala yandýðýný görürsünüz. Hala çýrpýndýklarýný.
Bir aþk vardýr, nasýl bir anafor yapar içinizde, nasýl çýlgýnca koþarsýnýz, öyle adamlar.
Ve öyle kadýnlar.
Çocuðu, üniversite kapýsýndan baþýndaki örtüsü aþaðýlanmadan geçince, kimseye göstermeden aðlayýp, sebep olana dua eden adamlar.
‘Mütegallibe’nin nice yýllar ‘sakýncalý kitap’muamelesi yaptýðý, öðreneni, öðreteni nezaretlere attýðý Kur’an-ý Kerim’in okullarda okunacaðýný öðrenince þükür secdesine kapanan adamlar.
O adamlar yaptý, bugünün Türkiye’sini.
Sýfýrý tüketmiþ bir Türkiye’ye bugünkü itibarýný onlar kazandýrdý.
Hastaneleri onlar adam etti.
Sadece THY’ye baksanýz, oradaki ‘birleþen yollar’ý -Huzur Sokaðý’ný- görürsünüz. Ýþte, üç beþ adam, bütün milleti uçaða bindirdi. Millet yetmedi, þimdi dünyayý havada dolaþtýrýyorlar.
Maðrib ile Maþrýk arasýnda dolaþýrken, Türkiye pasaportu taþýmayý eskisine göre daha itibarlý yapan, bu adamlardýr.
Askeri vesayeti, onlar tedavi etti. 367 krizlerini, 27 nisan muhtýralarýný, sarýkýzlarý, balyozlarý, þapkalarýný alýp gitmeden, lafý aðýzlarýnda gevelemeden, gevþemeden, kývýrmadan, durumdan vazife mazife çýkarmadan, adam gibi, ýrmaðýn yokuþu týrmanmasý gibi aþtýlar.
Ve bu millet, nasýl dua etti onlara. Annelerimiz, babalarýmýz, kardeþlerimiz, kýzkardeþlerimiz... Nasýl dudaklarý titreye titreye yakardýlar Allah’a.
Mahmut Abi, senin, “çoluðumuza, çocuðumuza dua etmeyi býraktýk, hep bunlara dua ediyoruz” demeni hiç unutmuyorum.
Bir hikaye anlattým bugün. Hepimizin hikayesini anlattým. Kuþ uçuþu anlattým. Dar yerlere girmeden, yerim elverdiði kadar. ‘Yüzüstü çok süründün, ayaða kalk Sakarya’ diye bitiriyordu Üstad, Sakarya Türküsü’nü. Þimdi, Sakarya, ayaktadýr.
Bu hikaye, en çok Recep Tayyip Erdoðan’ýn hikayesidir. Bu hikayenin her yerinde vardýr, Recep Tayyip Erdoðan.
Ve Sakarya Türküsü’nün, her mýsraýnda, her hecesinde vardýr.
Bugün bu hikayeyi, AK Parti Kongresi vesilesiyle anlattým.
Hiç kimsenin, bu hikayeyi unutmamasý gerekiyor.
Bu hikaye olmasa, hikayemiz olmasa, balon gibi þiþer, balon gibi patlardýk çünkü.