‘Sakın kader deme; kaderin üstünde bir kader vardır!'

Bir haftadır Samsun-Sinop civarındaydım. Bugün İstanbul'a dönmüş olacağım inşaallah...

İzlenimlerimi anlatmak üzere yazıya başlamıştım ki...

*

Büyük inanç ve fikir adamı bir şairin, Sezaî Karakoç ağabeyimizin dünyamıza gözlerini kapadığı, Rabb'inin takdirine uygun şekilde hayatının fânî tarafını tamamlayıp, ebediyet âlemine geçtiği haberi geldi.

-Şiir özetlemesi hoş olmasa da, bu sütunun hacmi sınırlı olduğundan-, onun 'Ey Sevgili' isimli şiirini özetleyerek okuyalım:

'(...)

Bana ne Paris'ten

Newyork'tan Londra'dan

Moskova'dan Pekin'den

Senin yanında

Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı

Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu

(...)

Ey aşkın kutlu kitabı

(...)Bana bıraktığın yazıt bu mudur

Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi

(...)

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim

(...)

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin

(...)

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Ey çağdaş Kudüs

Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır

Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında

(...)

Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda

Verilmemiş hesapların korkusuyla

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

*

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk cellâdından ne çıkar mâdem ki yâr vardır

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır

Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam, külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili..

*

Sezaî ağabeyin bir de 'Masal' şiiri vardır.. Şairâne motiflerle de yazılmış olsa bile, oldukça düşündürücüdür.

Samsun Üniveritesi'ndeki akademisyen kardeşlerin 'Cihannümâ' adını verdikleri bir programda 'Müslüman dünyasında kültürel istiklâliyet' başlığıyla üzerine bir sohbet toplantısına davet ettiklerinde, orada, Sezaî ağabeyin 'Masal' isimli şiirini okumayı da plânlamıştım, konuya uygun düşeceğini düşünerek... Aslında o, nice Müslüman nesillerin acı hikâyesidir.

Vefat haberi ulaşınca, hem bu şiiri okuduk, hem de bu büyük Müslümanın ruhuna 'Fâtiha'lar...

'Masal' şiirinde, bambaşka bir tablo çizer bize Sezaî ağabey...

O 'masal'ı da özetlemeye çalışalım:

'Doğuda bir baba vardı

Batı gelmeden önce

Onun oğulları batıya vardı

Birinci oğul batı kapılarında

Büyük törenlerle karşılandı

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

Söylevler söylediler babanın onuruna

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

Oğul masmavi şafağın rüyasında

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

*

Baba (...)

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

İkinci oğul Batı ülkesinde

Gezerken bir ırmak kıyısında

Bir kıza rastladı

(...)

Yıllarca peşinden koştu onun

Kavuşamadı ama ona

Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

Alıp götürdü onu

Ve ikinci oğulu

Sivri uçurumların ucunda

Buldular, onulmaz çılgınlıkların avucunda..

*

(...Baba,)

İşin künhüne varsın diye

Yolladı üçüncü oğlunu

Üçüncü oğul Batıda

Çok aç kaldı ezildi yıkıldı

Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

Fakat batı'nın büyüsü ağır bastı

İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

Sonra büsbütün unuttu onları

Şef oldu buyruğunda birçok kişi

Kravat bağlamasını öğrendi geceleri

Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

Patron oldu ama, hâlâ uşaktı

(...)

Sırf utançtan babasına

Bir çek gönderdi (...)

Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

Bu yüklü çeki

(...)

Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya

Dördüncü oğul okudu bilgin oldu

Kendi oymak ve ülkesini

Kendi görenek ve ülküsünü

Günü geçmiş bir uygarlığa yordu

Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

Batı bilginleri bunu kutladı

O da silindi gitti binlercesi gibi

(...)

Beşinci oğul bir şairdi

(...)

Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

Topladı tomarlarını geri dönmek istedi

Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

Kum gibi eridi gitti yollarda

*

Sıra altıncı oğulda

O da daha batı kapılarında görünür görünmez

Alıştırdılar tatlı zehirli sulara

İçkiler içti

Kaldırım taşlarını saymaya kalktı

Ev-sokak ayırmadı

Geceyi gündüzle karıştırdı

Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara..

Baba ölmüştü acısından bu ara

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

(...)

Bir de o talihini denemek istedi

Bir şafak vakti Batıya erdi

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

Durdu ve Tanrı'ya yakardı önce

Kendisini değiştiremesinler diye

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

Ve başladı oymaya olduğu yeri

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

O aldırmadı bakışlara

Kazdı durmadan kazdı

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

O zaman dönüp konuştu :

Batılılar !

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

(...)

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

Karşınızdakini değiştirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum

(...)

O nurdan bir sütuna döndü, göğe uzandı

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

Hâlâ onu ziyaret ederler, (...)

Tâ kalblerinden vurulmuş olanlar

Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar..

*