Sâkinlik ve miskinlik üzerine

Bundan 63 yýl önce, 14 Mayýs 1950’de, Türkiye önemli bir seçim yaþamýþdý ama bunlar çok güncel hikâyeler.

Ýsterseniz gelin biraz daha gerilere uzanalým:

Son üç bin sene boyunca Anadolu merkezli olarak kurulan bütün devletlerin müþterek kaderi “büyük güç” olmakdýr.

Hititlerden baþlayarak sayýn, hepsi öyledir. Arada kýsa süren bâzý “fetret” devirleri olmuþdur ama kural deðiþmemiþdir. Çünki bu bölge; Asya, Avrupa ve Afrika’dan teþekkül eden “Eski Dünyâ”nýn merkezidir.

Burayý tutan herkes, fevkalâde geniþ bir alana hükmeder.

Öte yandan bu tür bir merkezî devletin her yandan mütemâdî taarruzlara uðramasý da normaldir. Hâkim olabildiniz mi çok “konfortabl”bir yer çünki burasý.

Becerebilirseniz!

Nitekim târih boyunca buraya hâkim olan bütün güçler derhâl dýþarýdan baþka güçlerin baskýlarýna mâruz kalmýþlardýr. Ýþte Hititler, Doðu Romalýlar, onlarýn deðiþik þekli Bizanslýlar, Selçuklular, Osmanlýlar veeee... Nihâyet Türkiye Cumhûriyeti!

Devletimiz, þu 90 yýllýk nisbeten kýsa târihi boyunca bir an bile dýþ tehlikelerden masun kalmamýþ, kalamamýþdýr.

Son zamanlarda, Ortadoðu ve muhtemelen bütün Önasya yeniden “dizayn” edilirken Türkiye üzerindeki baskýlarýn tekrar ivme kazandýðýný görüyoruz. Teessürle gördüðümüz bir baþka gerçeklikse bu yeniden þekillendirme eyleminde Türkiye’nin ne yazýk ki “baþaktörlük” þöyle dursun “yardýmcý aktör” pozisyonu almakda dahî zorlanmakda oluþu.

Sûriye cânibinden gelen sýnýr ihlâlleri, uçak düþürmeler yâhut sýnýr bölgemizde patlatýlan bombalar hep bu oyunun parçalarý gibi gözüküyor.

Peki, Türkiye’nin -açýk konuþalým!- böylesine afallamýþ olmasýný nasýl îzâh edebiliriz?

Basit:

Siz en az 50 senedir kendinizi “küçük, önemsiz, geri, beceriksiz” ve, evet, “haysiyetsiz” olarak tavsîf etmekden utanmaz ve bundan âdetâ marazî bir zevk alýrsanýz buna önce kendiniz inanýr ve bilâhare baþkalarýný da inandýrýrsýnýz! Ben bu hâlet-i rûhiyeye “Tanzîmat Hummasý” derim bâzen eþ dost masalarýnda.

Bir insan tasavvur edelim ki bedenen adamakýllý atletik yapýlý ve sýhhatli ama kötürüm olduðuna inanýyor.

Bugün yaþamaya baþladýklarýmýz, o þizofren þahsýn tedrîcen saðlýðýna kavuþmasýna dâir hikâyelerdir.

Þöyle hafifden bacaðýný oynatýyor ve bakýyor ki, aaa, bacakda pek bir þey yok!

Kolunu oynatýyor, orada da bir problem mevcud deðil...

Orasýný burasýný oynatmak derken sýra bir de aklýný oynatmaya gelse mesele kalmaycak ama ona daha biraz zaman var.

Zîrâ aklýný bir oynatsa aklý yerine gelecek.

Þimdi Türkiye’nin neden kaç gündür Sûriye’yi hallaç pamuðu gibi atmadýðý sorusunu sorarak dellenenlere nâçizâne bir sözüm var:

Türkiye’yi hâlen yönetenler “siyâsî mâcerâperest” kategorisine giren insanlar deðil, çok þükür ki!

Mahalle kabadayýsý hiç deðil!

Lâkin öyle sanýyorum ki “sâkinlik” ile “miskinlik” arasýndaki farký bilmeyen þahýslar da deðil!

Onun için ben derim ki biraz bekleyelim; bakalým ne olacak!

Vaktiyle Babamýn “müdâvimleri”nden bir Doðu Türkistanlý þöyle bir fýkra anlatmýþdý:

 Bir Çinli generale genç subaylarý sormuþlar, neden Türklerin atlarý bu kadar hýzlý koþuyor diye.

“Herhalde bir sonraki muhârebeye geç kalmamak için olsa gerek.” demiþ.

Aslýnda bu yazýya ille de eklenmesi gereken bir hikâye deðil.

Neden derseniz atlarýn yerini artýk uçaklar aldý.

Onlarý da sinek gibi avlayý avlayýveriyorlar...

Onun için ben hiç anlatmamýþ olayým!

Sizler de okumamýþ olun!