Sâkinlik ve miskinlik

Son haftalarda Ankara’nýn dýþ politikasýný burun kývýrmak kýymete bindi.

Görebildiðim kadarýyla Türk dýþ politikasýnýn aðýrlýk kaybetdiði görüþünü savunanlar üç kýsma ayrýlýyorlar:

Bir bölüm buna samîmiyetle inanlardan teþekkül ediyor. Bu gözlemcilere göre Hükûmet durumu yanlýþ okumasý sonucu açýða düþdü ve sâdece kendi düþmekle kalmadý, kendisine baþka bâzý ülkeler tarafýndan baðlanan ümidleri de suya düþürdü.

Ýkinci grupda yer alanlar “Aman, biz kusur kalmayalým!” havasýnda olanlar. Bu türün karakteristik özelliði, “ana akým” olarak sezinlediði her türlü hareketin içine kýyýsýndan köþesinden katýlabilme telâþý. “Fotoðraf karesi”nin içinde yer alabilme þehveti. Yarýn rüzgâr dönse de Ak Parti’nin “dâhiyâne” dýþ politikasýndan sözetmek moda olsa en baþý yine bunlar çekerler.

Üçüncü bölümde ise muhâlefeti “prensip olarak” olarak amaç bellemiþ arkadaþlarýmýz var.

Bunlar muhtemelen Cenâb-ý Hak tarafýndan bizzat seçilerek baþýmýza yollanmýþ bulunan ve yegâne görevleri biz alelâde fânîlere doðru yolu (Sýrât-ý Müstaqîm!!!) göstermek olan deðerli aðabeylerimiz. Yazýlarýnda nedense mütemâdiyen ne kadar “önemli” þahsiyetle ne kadar içli dýþlý olduklarýný vurgulamadan duramadýklarý için (Telefon çaldý. O... Ertesigün Obama’ya ne demesi gerektiðini öðrenmek için aramýþ...) bizler o kutsal metinleri okurken, yapayalnýz bile olsak önümüzü iliklemek ihtiyâcýný duyarýz. Bakýnýz, yazarken yine heyecan ve helecanlandým. Tüylerim ürperdi...

Bu tür için iktidarda A yâhut Z partisinin bulunmasý hâiz-i ehemmiyet deðildir. Hükûmetleri birer “punching ball” olarak görme alýþkanlýðýndalar.

Atýþ serbest! Vur abalýya!

Bütün bunlar iyi hoþ ama acabâ tam olarak doðru mu?

Türkiye acabâ sâhiden, o masaldaki öküze özenen kurbaða gibi þiþinerek, altýndan kalkamayacaðý görevlerin altýna hevesle bizzat girip þimdi ezilmeðe mi baþladý?

Bu soruya cevab verebilmek için Ankara’nýn ne istediði sorusunu baþa almamýz lâzým.

Benim anlayabildiðim kadarýyla Ankara, eðer mümkinse “status quo ante”nin, yâni önceki statükonun devâmýndan þikâyetçi deðildi. Ancak bunun artýk devâm edemeyeceðini farketdikden sonra, yeni kurulacak düzende ve dolayýsýyla yeniden çizilecek sýnýrlarda Türkiye’nin söz sâhibi olmasýna gayret ediyor ki bundan tabii bir istek de olamaz.

Bu þu demek:

1918’den sonra kurulan düzen adâletsiz ve Türkiye’yi bâhusus dýþlama amacýna yönelik bir düzendi.

Batýlý büyük devletler tâ 11. Yüzyýl’dan bu yana bütün bölgeyi hâkimiyetleri altýna alan ve burada yaklaþýk yediyüz sene istikrar saðlayan Türklerden nefret ediyorlar, onlarý tekrar Asya’nýn derinliklerine sürmek istiyorlardý. Sèvres Andlaþmasý’yla Türkiye’ye lütfen býrakýlan topraklar, Ankara çevresindeki birkaç kilometrekare toprakdan ibâretdir!

Tuz Gölü dahî artýk bizim sayýlmamaktadýr!

Siz bu zihniyetin, Ortadoðu’da herhangi bir Türk aðýrlýðýna tahammül edebileceðine sâhiden inanýyor musunuz?

Diyeceksiniz ki o iþler 90 sene evvel olmuþ!

90 sene evvel olmuþa kavgasý niye 90 senedir hâlâ sürüyor?

Siz bugün Gazze’de, Lübnan’da, Golan Tepeleri’nde, Kudüs’de, Batý Þeria’da, Erbil’de, Musul’da, Kerkük’de neyin kavgasý veriliyor sanýyorsunuz?

Hayýr, Ankara’nýn dýþ politikasý bence hatâlý deðildir!

Ortadoðu’da Türkiyesiz savaþ olur ama Türkiyesiz barýþ olmaz!

Aman, köþemizde oturalým, etliye sütlüye bulaþmayalým politikasý politika deðil esrarkeþ zihniyetidir!

Sâkinlik ile miskinliði karýþtýrmayalým!