Salt Batı’dan medet umarsan


Rahmetli Attila Ağabey (İlhan) bi Kongo Kralı Alfonso der dururdu. Kim bu adam? Kral I. Alfons, daha 15. yüzyılda Batı’yla ilişkiler aramış; ülkesini çağdaşlaştırmak amacıyla. Portekiz’den de “aman bana uzmanlar yollayın!” diyesiymiş. Ardından Roma’ya da haber salmış aynı amaçla. Elçileri Latince de biliyor Portekizce de. Demek bir Ortaçağ Afrika’sı var! Yani Batı’nın bize uydurduğu gibi hep yamyamlar dolaşmıyor Kara Kıtada. Avrupa’ya hiç benzemese de, Büyük Sahara’nın hemen altında ciddi uygarlıklar boy atmış. Bunu da yazan Sorbonne’da Afrika Toplum Bilim dersi veren Georges Balandier. Sömürgeci Batı, Tarzan filmlerinden başlar işe, kazanda kaynayan sonra afiyetle yenen beyaz adamların öykülerini kağıda döker oradan da beyazperdeye taşır. Bu Tarzan’ın yazarı Edgar Rice Burroughs var ya! Düpedüz İngiliz İstihbaratı’nın adamıdır; Afrika’yı Hıristiyan misyonerlerin barbarlıktan ve de yamyamlıktan kurtaracağını anlatır da anlatır.


Şimdi biri çıkacak diyecek ki, “Anladık da bunlar eski hikayeler. Batı, BATI olmadan öncesini anlatıyorsun. Rönesans’ı, buhar makinelerini, elektriği falanı filanı unutuyorsun!” Bu itiraz yanlış değil; ancak Batı’nın kendi yapısı ve tutumuna göre yaptığı değerlendirmeler. Bakınız, çağdaş Batı’nın davranışını neye dayandırarak ölçerseniz ölçün, eski ve ortaçağlardan daha insancıl ve ilerici bulamayacaksınız. Çünkü Batı’nın Hıristiyanlığı bu sanayi ve silah gücüne dayandırarak zorla kimi toplumlara kabul ettirmesi, onları sömürmesi, yeraltı-yerüstü zenginliklerini devşirip gemilere yükletip götürmesi hep bu çağda başlıyor. Kendini dünyanın egemeni olarak gördüğü ve buna inandığı anda da sömürgeci, savaşçı, saygısız, ırkçı, barbar kimliğiyle dikiliyor karşımıza!


Sömürgeci! Kanıt mı? Efendim. On dokuzuncu yüz yıl sonunda, dünyada Hıristiyan olmayan bağımsız ülke var mı! Var, üç dört tane. Osmanlı, Japonya, İran ve de belki Afganistan. Ama bunlar ekonomik anlamda bağımsız sayılabilirler mi? Batı’nın barbarlığı ve savaşçılığına gelince; bir düşünün son üç yüz yılda bütün savaşları Batı’nın başlattığı doğru değil mi! Hele de iki dünya savaşında, yeryüzünün bütün halklarını da ateşin içine atıvermişler. Saygısızlık ve barbarlığa değinelim mi? Batı, alavare dalavereyle kafaya aldığı nice ülkenin öz değerlerine, inançlarına, geçmişlerine sövüp saymasına yol döşememiş midir? Yahu geçmişler karalanmış, gelecekler biçimlendirilmiş, kendilerine kul köle olanlar hop diye şeyh, sultan, kral ilan edilip petrolün, altının ve daha nice zenginliğin tepesine oturtulmuş, onlar aracılığıyla da Batı’nın cebine gitmiş! Yalan mı bu söylediklerim! Sor bir Kamerunlu’ya bak ne diyecek: “Batılının gözünde be ne yapsam ne etsem suçluyum. Giyinişim, konuşuşum, görenek ve geleneklerim, inançlarım, salt onunkinde benzemediğinden ben geri kalmış ilan ediliyor ve aşağılanıyorum!” (Georges Balandier) Ne kaldı geriye? Irkçılık! Siz ırkçılığın, Batı ülkelerinin dışında başka herhangi bir ülkede siyasal ve toplumsal kan ve gözyaşlarına dönüştüğünü gördünüz mü! Hayır ki ne hayır! Irkçılık, Batılı beyaz Hıristiyanların önce Yahudilere, sonra Müslümanlara, derken siyah, sarı, kızıl derili milletlere karşı yükselttiği bir uygarlaşma ayrıcalığı duvarıdır! Ha Batılı birbirine karşı insanca mı davranır? Nerde! Engizisyon, Yüzyıl Savaşları, Dachau, Auscwitz, Buchenwald, insan saçından kumaş, derisinden abajur, gaz odaları, ölüm trenleri... Adamlar uygarlıklarından öylesine eminler ki, bütün bu rezillikleri belge belge gelecek kuşaklara da aktarmışlardır hiç utanmadan! En son size Batı’nın ünlü destanı Chanson de Roland’dan bir örnek vereyim, Yıktık yıktık. Müslüman tayfasını ya Hıristiyan ettik, olmayanların boynunu vurduk!”


Benim söyleyeceğim şimdilik bu kadar. Yorumunuz varsa; sövgünüz ya da övgünüz başım üstüne...


(Meraklısına not: Huzurlarınızda Atilla İlhan’ı rahmet ve saygıyla anıyorum belki bininci kez tıpkı Kemal Tahir’i andığım gibi.)