Sinema tarihinin en iyi filmleri arasýnda “Baraka”yý tereddütsüz sayarým. Ron Fricke’nin dünya üzerinde kutsal sayýlan deðerleri, inanma ve ibadet etme biçimlerini, maneviyatýn modern yaþamla çeliþkilerini sergileyen, orijinali 70 mm peliküle kaydedilmiþ bu film bence bir baþyapýttýr. Söze gerek duymadan, sadece imgelerin gücüyle öyküsünü anlatan bir montaj sinemasý harikasýdýr. Yeryüzündeki bütün mistisizmi ve güzelliði toplamýþtýr sanki kendinde! Ýzledikçe doðaya hayranlýðýnýz artar, insanýn da istediði zaman hayran olunasý þeyler yapabildiðini görmek güveninizi tazeler...
Elbette Fricke’nin daha önce görüntü yönetmeni ve metin yazarý olarak birlikte çalýþtýðý öncü belgeselci Godfrey Reggio’nun “Koyaanisqatsi” (1982), “Powaqqatsi” (1988) ve “Naqoyqatsi” (2002) üçlemesinin “Baraka”nýn baþarýsýnda payý büyüktür. Uygarlýðýmýzýn yozlaþmasý ve çevrenin tahribatý üzerine bu epik belgeseller de sinema tarihinde türlerinin en iyileri arasýndadýr. Ama boynuz kulaðý geçer.
Fricke’nin farklý bir temayý benzer biçemle iþleyen “Samsara” adlý filmini izlemeyi iple çekiyordum. “Baraka”da olduðu gibi Dead Can Dance topluluðundan Lisa Gerrard’ýn besteleri ve vokali eþliðindeki doyumsuz sinema þölenini dört gözle bekliyordum. Türkiye prömiyerini !f Ýstanbul Baðýmsýz Filmler Festivali’nde yapan, yarýn sinemalarýmýzda gösterime girecek olan “Samsara” kesinlikle kaçýrýlmamasý gereken bir film...
Öte yandan itiraf edeyim ki “Baraka”yý izlediðim zamanki kadar etkilenmedim bu kez. Fricke’nin imge avcýlýðý yine kusursuz bir yetkinlikle büyüleyici manzaralar sunuyor, çarpýcý ayrýntýlar buluyor ve yine farklý kültürlerden insanlarla göz göze getiriyor bizi. Yüzlerce yýllýk tapýnaklarýn dinginliðinden tavuk ve inek çiftliklerindeki acýmasýz tüketime, Balili dansçýlarýn ayin figürlerinden Afrika’daki iç savaþlara yol açan silahlanmaya, buzullardan otoyollara kadar pek çok imge içinde bulunduðumuz dünyanýn geçiciliðini anýmsatýyor. Hint felsefesindeki samsara kavramýný, yani dünyaya belirli bir süre çile doldurmaya geldiðimizi ve sonunda topraða karýþacaðýmýzý alegorilerle öykülüyor.
***
“Samsara”, kutsal nefes anlamýndan yola çýkan ve ölümsüz ruhla iliþkili olan “Baraka”nýn aksine ölümlülük ve toprakla iliþkili. “Baraka” sonsuzluða dönük, “Samsara” ise ölüme. Katrina Kasýrgasý’nda yerle bir olmuþ New Orleans’tan yýkýntýlarýn, kimbilir hangi fýrtýnada içine çölden kum dolmuþ bir Kuzey Afrika evinin, klonunu yapmýþ bir bilimadamýnýn, baþý deforme olmuþ bir askerin imgeleriyle açýklýyor meselesini. Hele yüzünü kille kaplayýp gözlerini oyar gibi siyaha, aðzýný keser gibi kýrmýzýya boyayan ve defalarca o korkunç maskeyi yüzünden koparan aktörün bulunduðu bölüm bir korku filminde yer alabilirdi.
Buna raðmen “Samsara”da Fricke’nin kendisini tekrarladýðýný düþünmeden edemedim. Budizm’in altý krallýðýna atýfta bulunarak bir kurgu yapmasý hoþ ama þaþýrtýcý sayýlmaz... Topraktan gelip topraða gideceðimizi, dünyanýn bütün güzelliðinin kumdan bir mandala misali bozulabileceðini vurgulamasý tam da beklediðimiz þey.
Belki de birçok kiþi gibi benim de “Samsara” hakkýnda kapýldýðým deja vu duygusu zihinlerimizin kategorize ediciliðinden kaynaklanýyor. Yoksa “Samsara” da “Baraka”dakinin ayný olan hiçbir plan yok. Hatta mekanlar da ayný deðil. Ama turistik afiþlere angaje Batýlý ya da Batýlýlaþmýþ göz “iþte o egzotik yerler” diye kodluyor Asya’nýn tapýnaklarýný, Afrika’nýn geleneklere göre yaþayan kabilelerini ve Nemrut Daðý’ndaki devasa heykelleri... Fricke’nin yaklaþýmýnda deðil oryantalizm, bizim koþullanmýþ bakýþýmýzda. Her þeyi hýzla tüketiyoruz, fazla fazla tüketiyoruz. Oysa asýl tükenmekte olan varlýðýmýzýn ta kendisi.
Bir baþyapýt olmayabilir “Samsara” ama öncelikli olarak izlenmeyi hak ediyor.