‘Sandýk cinayeti’

Biliyorum; genç nesiller, bunu hiç duymamýþlardýr bile... 12 Mart’ýn o kadar çok karanlýk koridoru var ki, içlerinde kaybolmak iþten bile deðil...  ‘Sandýk cinayeti’ ise, sosyalistlerin iç hesaplaþmasýnýn yalnýzca tek bir fotoðraf karesinden ibaret...

12 Mart muhtýrasýnýn üzerinden bir yýldan daha uzun bir zaman geçmiþti. Pek çok sosyalist ve solcu örgüt çökertilmiþ; eylemcilerin çoðu da yakalanmýþtý. Sýkýyönetim mahkemeleri, sürekli olarak mahkûmiyet kararlarý veriyordu. Mahir Çayan’ýn lideri olduðu THKP-C, muhtýradan yalnýzca iki buçuk ay kadar sonra Ýsrail Baþkonsolosu Elrom’u kaçýrýp, infaz etmiþti. Kýsa bir süre sonra da silâhlý çatýþmanýn ardýndan Çayan yaralý olarak yakalandý. Yine tam bu sýrada bu kez de Deniz Geçmiþ’in lideri olduðu THKO’nun gerilla kadrosu, Nurhak daðlarýnda silâhlý çatýþma sonucunda öldürüldü.

Türkiye Ýþçi Partisi için Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davasý açýlmýþtý bile… Parti kapatýlacaktýr. Yýlsonunda ise, Çayan ve arkadaþlarýnýn askerî cezaevinden kaçtýðý haberi þaþkýnlýk yaratmýþtý. 1972 yýlýnýn baþýnda sýkýyönetim mahkemesince verilen Gezmiþ ve iki arkadaþýnýn idam cezasý, Yargýtay tarafýndan da onaylandý. Ardýndan askerî cezaevinden kaçanlardan bir kýsmý, silâhlý çatýþmada öldürüldü. Ve idam kararlarý cumhurbaþkanýn imzasýndan da çýktý.

THKP-C’den son kalan grup, Çayan’ýn liderliðinde Sinop’taki Ýngiliz üssünden üç Ýngilizi kaçýrdýðýnda; amaçlarý, idamlarý engellemekti. Birkaç gün içinde Kýzýldere’de bütün grup, silâhlý çatýþmada öldürüldü. Aralarýndan sadece bir kiþi sað kurtulabildi. Jandarma genel komutaný da bu sýrada idamlarý engelleme amacýyla kaçýrýlmak istendiyse de, baþarýsýz bir eylem oldu. Hemen ardýndan da idamlar gerçekleþti. Kýsaca; 1971 Martýndan 1972 Haziranýna kadar geçen süreyi özetledim. Þimdi de bu sýradaki baþkaca bir geliþmeye dikkatimizi verelim…

Genç bir kýzýn sandýðý

Robert Kolej, 1971 yýlýnýn sonbaharýnda kabul edilen bir yasa ile, Boðaziçi Üniversitesi’ne dönüþtürülür ve tarihe karýþýrken; ayný okulun bazý öðrencileri de tarihe geçmek üzereydiler. 1972 yýlýnýn 13 Haziran günü artýk yeni kurulan üniversitenin öðrencisi olan Banu Ergüder, Ýstanbul’un Anadolu yakasýnda Paþabahçe civarýnda elinde aðýr bir sandýk ile yakalanmýþtý. Sandýðýn içinden bir ceset çýkmýþtý ve ceset, sýkýyönetimce aranan bir baþka eylemciye aitti. Öldürülen kiþinin adý; Âdil Ovalýoðlu idi. Ama tuhaf olan nokta; yakalanan genç kýzýn da ‘devrimci örgüt’ üyesi; hatta ayný örgütün üyesi olmasýydý. Üstelik bu cinayette yalnýz da deðildi. Dahasý, ayný ‘devrimci örgüt’ içinde oluþan liderlik mücadelesinde olsun, ideolojik anlaþmazlýklarda olsun; ‘sorun’ cinayetle çözülmüþtü!

‘Devrimci örgüt’ mü?

Gerçekten de ortada ‘devrimci bir örgüt’ var mýydý sorusuna yanýt vermek kolay deðildir aslýnda… Ama bir bakýma da mümkündür. Çünkü, savcýlýkça açýlan davada ortaya konulan iddianameye göre; sadece on üç kiþi hakkýnda ceza talep edilmiþti. ‘Örgüt’ün boyutlarýný buradan çýkarmak mümkündür. Bana soracak olursanýz eðer; her ne kadar savcýlýk ‘gizli örgüt’ten söz ediyorsa da, o zamanki gizli örgütlerle kýyaslandýðýnda, bu ‘örgüt’ün ciddîye alýnabilecek bir geniþliði yoktu doðrusu… Fakat diðer yandan; cinayete karýþmýþ olsun, olmasýn bütün sanýklar, bir zamanlar Maocu olarak bilinen Proleter Devrimci Aydýnlýk (PDA) hareketinden gelmiþler; ancak son zamanda ondan ayrýlmýþlardý. Niyetleri, yeni bir örgütlenmeye gitmekti; ama buna ne imkân bulabilmiþlerdi; ne de içinde bulunduklarý örgüt ve kadrolar, buna imkân verebilecek durumdaydý.

Cinayetin nedeni!

Savcýlýðýn iddianamesinde bile bir örgüt adýnýn geçmemesi, buna bir iþaret olabilir. Her neyse; ‘örgüt’ içi anlaþmazlýklarýn iþte bu anlattýðým siyasal atmosfer içinde geliþtiðinden söz edilebilir. Sonunda, örgütün liderliði mücadelesinde Ovalýoðlu, ‘devrimci yoldaþlarý’ tarafýndan ortak kullandýklarý evde öldürülmüþtü. Ýddianameye göre; cinayet, önceden tasarlanmýþ ve hazýrlanmýþtý. Önce örgüt içinde cinayete karar verilmiþ; ardýndan da plân yapýlmýþtý. Cinayet, taammüden iþlenmiþti. Cinayetin ‘örgüt’sel gerekçesi ise; kesinlik kazanmamýþtý.

Sandýktaki cesedin esrarý

Ergüder’in farklý ve çeliþkili ifadelerine raðmen; kendisi, cinayetin önceden tasarlandýðýný ve cinayet iþlenirken de orada bulunduðunu itiraf etmiþti. Katil belirsizdi; kesinlik kazanamamýþtý. Ama cinayet mahallinde birkaç kiþi olduðu açýktý. Fakat anlaþýlan ondan sonrasý için ayrýntýlý bir plân hazýrlanmamýþtý. Hazýrlanmamýþ olmalýydý ki; bundan sonrasý iyi bilinmektedir.

Cinayet; Ýstanbul’un Avrupa yakasýnda, Rumelihisar’ýna yakýn bir evde iþlenmiþti. Önceden hazýrlanmýþ olan sandýða yerleþtirilmiþ cesetten kurtulmak aslýnda kolay olabilirdi. Rumelihisarý civarý o tarihlerde kýsmen ýssýzdý; buradan boðaza inilip, sandýðýn boðaza atýlmasý mümkün olabilirdi. Ne var ki, nedenini bilmediðimiz þekilde, böyle yapýlmadý. Çok daha uzun ve karmaþýk ve riskli bir yol izlendi. Þimdi de ne yapýldýðýna bir bakalým…

Cesetten kurtulma görevi de Ergüder’e verilir. Kendi ifadesiyle; sandýðý bir taksiye koyar ve kendisine verilen talimat uyarýnca, Bebek’ten karþý kýyýya Beykoz’a geçer. Burada diðer arkadaþlarýyla buluþacaktýr. Ancak en yakýný randevuya gelmez. Adeta yalnýz baþýna býrakýlmýþ ve kaderine terk edilmiþ bir genç kýz; yanýnda sandýkla (bir cesetle) baþ baþa kalmýþtýr. Randevuya gelen yoldaþýnýn ondan istediði ise; sandýðý aldýðý yere geri götürmesidir. Beykoz, Paþabahçe sahilinde karanlýkta sandýðýn neden boðaza atýlmaktan vazgeçilmiþ olduðu da, ayrý bir soru iþareti olarak kalmaya mahkûmdur.

Ve yakalanýþ aný

Genç kýz, kendisine söyleneni yapmak üzere, bir kez daha harekete geçer. Yeni bir taksi bulunmuþ ve sandýk, bir kez daha gerisin geriye gitmek üzere, arabaya yüklenmiþtir. Þöför, sandýðýn aðýrlýðýndan þüphelenmiþ ve bunu açýkça söylemiþtir. Þöförün sandýðýn içine görmek istemesi üzerine ikili arasýnda çýkan tartýþma, bir baþka taksi þöförünün dikkatini çekmiþ ve o da tartýþmaya katýlmýþtýr. Ýkinci taksiyle yola devam eden Ergüder’in giriþimi ise, bir önceki þöförün karakola ihbarý ile son bulur. Nitekim polis, Ergüder’in içinde bulunduðu taksiyi yolda çevirdiðinde; perde kapanmýþ sayýlabilirdi artýk…

DAVANIN SONUCU

Belki bazý okuyucular merak etmiþ de olabilirler. Acaba davanýn sonucu ne oldu diye… Yazayým: Bütün sanýklar aðýr cezalara mahkûm oldular. Ergüder, idama mahkûm oldu. Sonra 1974 affý ile cezasýnda indirim yapýldý ve 1982 yýlýnda tahliye oldu. Cezaevinde tanýþtýðý bir kiþiyle evlenmiþ olduðu basýnda yazýldý. Ama hayatýnýn geri kalanýnýn nerede ve nasýl geçtiði tamamen belirsiz…

Ergüder’i kaderine terk eden örgüt yoldaþý bir daha hiç görülmedi. Yurt dýþýnda yaþadýðýna dair rivayet var. Ergüder’in ev arkadaþý, yine ayný üniversitede öðrenci olan bir baþka genç kýz; yakalandý. Sorguda iþkence ihtimalinden korktuðu için emniyet müdürlüðünün üst katýndan kendisini atarak intihara kalkýþtý. Ölmedi; fakat uzun bir rehabilitasyon döneminden sonra sakat kalarak ayaða kalkabildi. Hapishaneden çýktýktan sonra intihar ettiðini duydum.

‘TARÝHLE YÜZLEÞMEK’

Bu yazýmda olabildiðince isim zikretmemeye çalýþtým. Ýsimlerin önemi yok çünkü… Asýl vurgulanmasý gereken; ‘devrimci bir örgüt’ün kendi militanýný, hatta liderini bir cinayetle ortadan kaldýrmaya varacak kadar… (boþluðu herkes kendine göre doldurabilir!) Sözün kýsasý: Günümüzde her ne kadar ‘tarihle yüzleþmek’ pek bir moda lâkýrdý olduysa da; aslýnda politik arenada her siyasal pozisyon, kendi karþýtýnýn kendisiyle yüzleþmesini talep etmekten baþkaca bir þey yapmamaktadýr. Neredeyse hiçbir siyasal pozisyonun kendi geçmiþiyle yüzleþmek ve hesaplaþmak gibi bir gündemi bulunmuyor. Varsa yoksa; karþýtlarýnýn bunu yapmasýný talep etmek var sadece…

Ne kadar çok 12 Mart, 12 Eylül filmi ve romaný var. Ovalýoðlu’nu ve onu öldüren yoldaþlarýný anlatan bir film de çekilebilir mi acaba? Ya da romaný yazýlabilir mi bu dramýn? Hani þöyle bir þey; aradan yýllar geçmiþtir; anne ve babalarýn ya da büyükbabalar ya da büyükannelerin geçmiþini merak eden çocuklar ya da torunlar, bir gün tavan arasýnda bazý gazete kupürleri falan bulurlar. Buna benzeyen þeyler iþte… Büyüklerinin gençliklerini merak ederler; onlara anlatýlanlarla, bulduklarýnýn pek de birbirine benzemediðinin farkýna varýrlar. Merak derinleþir ve filmin son sahnesinde, çok sevdikleri insanlarýn geçmiþlerini bütün gerçekliðiyle öðrenmiþ olurlar.

Hayýr; ben senarist falan deðilim. Elbette kopya çektim. Jessica Lange’in oynadýðý þu ünlü film nedense hatýrýmdan hiç gitmez: Music Box… Evet, Costa Gavraz’ýn politik filminden söz ediyorum. Eðer hâlâ seyretmediyseniz; bu hafta sonu için size güzel bir film öneriyorum iþte… ‘Tarihle yüzleþmek’ isteyenler de belki ilgilenirler. Belki de kendilerinden de bir þeyler bulabilirler bu filmde… Kim bilir?