Sapıklarım

Maocu Kemalistlerin internet sitesinde yazan bir sapığım var.

Benim için konuşlandırılmış adeta.

Neredeyse her yazıma cevap veriyor...

Kendince espriler yapıyor, “öğreten adam” pozisyonlarına giriyor, müthiş “yaratıcılıklar” sergiliyor; filan... Ama boş bir arkadaş.

En akılda kalıcı ifadesi, “yandaş...”

Bunu dediği an, bütün tartışmalardan galip çıkmış sayıyor kendisini.

İsminin önünde “doktor” yaftası var.

Ne doktoru olduğunu çözemedim. Bu etiketi kullanmayı seviyor. Muhtemelen fark yarattığını düşünüyor. Doktor Kenan Evren gibi... “Doktor” olduğun an, otomatikman bir liyakatten bakıyorsun ve zavallı cahil sürüsüne haddini bildirmiş oluyorsun.

Fakat bir kusurcuğu var bu yaratıcı doktorun.

Beni cevaplamak için, yine benim sözcüklerimi ve tanımlamalarımı kullanıyor.

Müthiş mukallit.

Ben “Çek elini Erbakan’dan uyanık Sokrat” diye bir yazı mı yazdım?

Mukallit doktor hemen bu yazının “Çek elini Yılmaz Güney’den uyanık Eflatun” versiyonunu devreye sokuyor.

Ben yazıma “Otur Feridun, sıfır” başlığını mı attım?

Mukallit doktor hemen “Otur Ahmet, sıfır” diye bir yazı yetiştiriyor.

Böylece tartışmış oluyoruz.

Beni “Eflatun”lukla onurlandırmasının esbabını bilmiyorum.

Bir süre önce, “Düşündüğüm için içerideyim. Sokrat da düşündüğü için içeri atılmıştı” diyen Soner Yalçın’ın yaptığı Erbakan güzellemesini eleştirmiştim.

Kılıçdaroğlu’nun “kaya gibi adam” diye tavsif ettiği Yalçın, vakti zamanında “gericilikle, tefecilerle alışveriş yapmakla, radikal dincilerle ilişki kurup Türkiye’ye şeriatı getirmeye çalışmakla, iktidara gelebilmek için neredeyse tüm şaibeli yolları denemekle” suçladığı Erbakan’ı övüyor, onun “yaşamdaki en yüce ideali gerçekleştirdiğini, hep kendisi olarak kaldığını, siyasi ve ahlaki bağımsızlığını sonuna kadar koruduğunu” söylüyordu...

Hiç utanmıyordu.

Mukallit doktor, “Bu ne şimdi?” diye soracağına, Soner Yalçın’a hoş gelecek şirinlikler yapıyor.

Sonra dönüp, (benim nitelemelerimi kullanarak) Yılmaz Güney’den elimi çekmem gerektiğini söylüyor. Böylece sözlerimi çürütmüş oluyor.

Çok basit bir soru sormuştum oysa:

Ulusalcı ve darbeci görüşleriyle tanınan Tarık Akan Üregül, “Bütün ideolojik dönüşümünü borçlu olduğunu” söylediği Yılmaz Güney’den ne öğrendi acaba?

Bazı darbelerin iyi, bazı darbelerin kötü olduğunu, anti militarist Yılmaz Güney mi öğretti ona?

Çözüm sürecinin ülkeyi felakete götüreceği düşüncesini, Kürtçü Yılmaz Güney’den mi tevarüs etti?

Her gün onlarca şehit cenazesi gelirken ülke felakete gitmiyordu da, PKK’nın sınır dışına çekilme kararı alması mı felaket getirecekti?

Bu mu?

Mukallit doktor bıraksın onu bunu da, bu Tarık Akan’la, o Yılmaz Güney arasında nasıl bir benzerlik, nasıl bir ortaklık, hatta nasıl bir “ideolojik birliktelik” bulunduğunu açıklasın.

Biraz da özgün olsun tabii.

Ben arada sırada yazının sonuna “hamiş” diye not düşüyorum, “hamşo”gibi laflar ediyorum.

Kendisi de böyle yapmak, “hamşo” diye sağa sola şarlamak zorunda değil.

Bir de şu “Hem Kemalist, hem solcu, hem Maocu, hem ulusalcı nasıl olunur?” sorusuna bir cevap versin bakalım... Görelim müktesebatını!.

HAMİŞ:

Başlığı “Sapıklarım” koydum ama bir tek kişiden söz ettim... Daha ünlü ve önemsiz olanların pişmesini bekliyorum. Biri, ünlü bir müzik grubunun solistidir. İsmi lazım değil. Belki de elimi sürmem. Bir hekime görünmesini tavsiye ederim...