Sarıgül’ün suçu ne?

Dün bazı gazetelerin bazı köşelerinde Metin Feyzioğlu’nun hayatını, başarılarını, adamlığını anlatan, kelimenin tam anlamıyla ona “yazılan” ve “ufuktaki CHP genel başkanı”nı gururla takdim eden yazılar okudum.

Sözler illa ona bağlanıyor ve “bu isme dikkat et ey okur, işte asıl çaremiz o” diyordu. Heyecan fark edilmeyecek gibi değil.

Yakın dönem darbe tarihimizdeki rolleri hafızalarda gayet taze olan bir zihniyetin içinden demek ki yeni bir çare doğuyordu. Olabilirdi. Olabilir.

Çare Feyzioğlu mu?

Kaldı ki durduk yere bir heyecan değil bu, bir hak ediş. Malum Metin Feyzioğlu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı sıfatıyla özel yetkili mahkemelerde görülen davalarla ilgili önemli bir inisiyatif almıştı. Bu mahkemelerin kaldırılmasını, verdikleri kararların boş olmasını, buralarda herhangi bir suç isnadıyla yargılananlarının ise af edilmeyip bilakis yeniden yargılanarak mutlaka aklanmasının bir yolunun bulunmasını istiyordu.

Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan ile görüştü. Başbakan, devlette oluşan yeni çetenin adil yargılamaya halel getirmiş olma ihtimaline karşı yeniden yargılamaya olumsuz bakmadıklarını söylemişti.

Bu arada, 2007’de Meclis’e cumhurbaşkanı seçtirmemek için icat edilen 367 saçmalığının mucidi hukukçu Sabih Kanadoğlu’nun bu durum için de vardı bir önerisi. Lakin Feyzioğlu Ergenekon tutuklularını ziyarete Silivri’ye gidince, önerinin pek beğenilmediği de anlaşıldı. Ama aniden aktifleşen, peş peşe inisiyatifler alan “Metin Bey” bir anda yıldızlaştı. Manşetler, haberler, dokunaklı biyografiler ve beklentiler...

Belli ki devamı gelecek. Gelsin.

Lakin bu gelişmenin en çok Mustafa Sarıgül’ün canını sıktığına şüphe yok.

Yıllarca bir duvar yazısından ibaret kalan “çare Sarıgül” tam gerçekleşecekken olacak iş mi bu? Üstelik haftalar aylar süren ve bir şekilde başarıyla da yürütülen “CHP’ye dönecek mi dönmeyecek mi, üyeliği kabul edilecek mi edilmeyecek mi, İstanbul büyükşehir adayı gösterilecek mi gösterilmeyecek mi” sarkacında gerilimi yüksek tutulmuş, gelişi muhteşem kılınmış, mesailerini, köşelerini ve twitır hesaplarını Sarıgül’e hasretmiş tarafsız gazeteciler coşkularını gizleme gereği dahi duymamışken!

Üstelik çıta İstanbul’a değil Ankara’ya konulmuş iken!

“Allahım’ın izniyle Türkiye’yi alacakken!”

Genel başkanı ile yan yana çekilen fotoğraflara bakıp bakıp beden dili, lider karizması gibi kriterlerle kıyaslayanlarca “esas oğlan” pozisyonu hep ona yakıştırılıyor iken!

Ana muhalefet olarak Cemaat

Şu bir gerçek ki; 17 Aralık operasyonundan bu yana yaşananlar bir ana muhalefet partisinin arayıp da bulamayacağı, havadaki nemden büyük fırtınalar kopartabileceği türden.

Üstelik şartlar-ittifaklar oluşmuş, eski statükocularla yeni vesayetçiler voltranı oluşturmuş ve “yeter ki AK Parti düşsün, CHP iktidara konsun” diye herkes var gücüyle “üfürmekte”.

Peki, ana muhalefet partisi nerede?

Yok. Var da yok. Tartışılan hiçbir konuda argüman sunulmuyor.

Siyasi-hukuki krize doğru ya da yanlış ama şöyle etraflıca bir analiz yapılmıyor.

Ne en kolayından ilkesel bir hatırlatma, ne cayır cayır bir dille meydanları ateşe verme.

Geçenlerde CHP Genel Başkanı canlı yayında gazetecilerin sorularını yanıtlamaktaydı lakin bir türlü olmamaktaydı.

İnce hesaplanmış, zaman ayarı yapılmış böylesi bir gündeme, bunca büyük prodüksiyona rağmen, üzerine “ışık” düşürülen yerden ne iktidara yürüyen bir parti, ne bir lider profili çıkmamaktaydı.

O ara timeline’a bir twit düştü: “Kılıçdaroğlu, insanın kendine yakışanı söyleyememesidir”.

17 Aralık bize gösterdi ki, siyasi iktidara siyaset dayatırken suçüstü yakalanan yeni paralel yapı, vesayetçilik gibi ana muhalefet görevini de devşirmiş.

Darbe planları hazırlayıp muhtıra vererek, kitlesel gösteriler organize edip medyaya ha gayret diyerek muhalefet eden askeri bürokratik vesayetin yerinde şimdi de bir benzeri var ve “güç bende artık” diyor. Eh bir türlü oldurulamayan ana muhalefetin yerine muhalefet de yapıyor.