Sarıkamış’tan Sibirya’ya uzanan yol

Tam yüz yıl önce bugünlerde Sarıkamış harekâtında on binler çok güç kış koşullarında kendilerine verilen emirleri yerine getirmeye çalışıyorlardı. Pek çoğu dondurucu soğuğun içinde eridi gitti; binlercesi de Ruslara esir düştü.

Aradan geçen yüz yıldan sonra Sarıkamış’ı bir kez daha hatırlıyor ve anıyoruz. Lâkin Sarıkamış’ta Ruslara esir düşen askerlerin görüntüleri, daha çok sisler içinde kaldı. Onlar için savaş bitmişti. Onlar uzun yıllarını Sibirya’da geçirmek zorunda kaldılar. Bazıları hiçbir zaman geri dönemediler. Onları geride bıraktıkları anılarından bir kez daha hatırlayalım istedim.

İhsan Paşa’nın Sibirya’dan kaçışı

İhsan Latif Sökmen, o sırada tümen komutaydı; esir düştü. Bir ay kadar süren bir tren yolculuğu sonucunda esaret mıntıkasına varabildi. O bir yandan bu uçsuz bucaksız memleketten kaçış plânı yapmaya hazırlanırken; bir yandan da günlük hayatını idame etmeye çalışıyordu. Koşullar, yüksek rütbeli komutan olduğu için kötü değildi. Bir otelde kalıyordu; rütbesi göz önüne alınarak kendisine ayda 350 ruble kadar maaş bağlanmıştı. Bu arada belirtmeliyim ki, esir düşen subaylara, özel barınma imkânı ile rütbelerine uygun bir de aylık maaş bağlanırdı. Ruslar da öyle yaptılar. Kaçmak mümkündü; ama çok güçtü. Mesafelerin büyüklüğü bu güçlüğün başlıca nedeniydi. Ruslar, onunla birlikte başkaca savaş esirlerini de alarak, onu kuzeye Sibirya tarafına gönderdiler. Esaret mıntıkasına vardığında aradan aylar geçmişti.

Sibirya’daki barınma koşulları kısa sürede daha iyiye gidecektir. Yine kendisiyle birlikte esir düşmüş olan birkaç subay arkadaşıyla Rusların onayını da alarak boş bir eve yerleşmeyi başardılar. Haftada bir kez hamama gitmelerine, iki üç günde bir yakındaki ormanda temiz hava almalarına, dolaşmalarına izin çıkmıştı. Bu bölgede de Müslümanlar vardı; yakındaki camide cumaya gitmek de mümkündü. Tabiî her zaman muhafızların gözetimi altındaydılar. Zaman ilerledikçe sinemaya bile gidebildiler. İlkbahar geldiğinde ise, İhsan Paşa uzun zamandır planladığı kaçışı gerçekleştirecektir.

Rusya’dan Çin’e kaçış…

Bulunduğu yerden ayrılmak zorsa da, biraz yardımla mümkündü. O da öyle yapmıştı zaten. Asıl güçlük, tanınmadan en yakın tren istasyonuna ulaşmak ve oradan doğru istikâmete giden trene binebilmekti. Trene binildikten sonra da; önceden edinilmiş tren tarifesinden yararlanılarak, istasyonların isimlerini izlemek gerekiyordu. Trenden sonrası ise, daha da zor bir süreçti; çünkü artık yürüyerek gitmek gerekiyordu. Ama hiç olmazsa kendilerine yol gösterecek bir rehber bulmuşlardı. Elbette karşılığını ödemek koşuluyla… Bu şekilde Mançurya’ya kadar gelmişlerdi. Buradan da trenle Vladivostok limanına varmaya çalışacaklardı. 

Epey de ilerlemişlerdi; fakat sonra hedeflerini değiştirmek zorunda kaldılar ve bu kez de Pekin’e yöneldiler. Pekin’e vardıklarında buradaki Alman elçisiyle temas kurabildiler. Şangay üzerinden vapurla Japonya’ya doğru yola çıktılar. Bu kez Tokyo’ya vardılar. Buradan yine vapurla ABD’ye, San Fransisko’ya vardıklarında; Temmuz ayı gelmişti bile. Buradan da New York’a geçtiler. Yeniden vapura bindiler.

Memlekete dönüş ve sonrası…

İhsan Paşa, Eylül ayı ortalarında Pire limanına vardığında; geride pek çok macera bırakmıştı. Buradan son kez bir daha trene bindiler; son durak Dedeağaç’tı. İki gün sonra da Sirkeci’ye indiklerinde, esaret ve uzun aylar süren yorucu kaçış öyküsü geride kalmıştı artık. Kaçış yolunda, sekiz yüz kilometre kısmen yaya, kısmen araba ile; on binden fazla kilometre ise trenle kat edilmişti. Deniz yolculuğunun on bin milden fazla sürdüğü hesaplanıyordu. Toplamda yirmi bin kilometreden daha fazla yol alınmıştı! İhsan Paşa, dünyanın çevresinde tam bir tur atmıştı yani!

İstanbul’da Enver Paşa’yı ziyaret ettiğinde; her ne kadar kendisini çok iyi karşıladığını belirtiyorsa da; aradan kısa bir süre geçtikten sonra; esaretinin daha ilk ayında emekliye ayrıldığını öğrenecektir. Altın liyakat madalyası almış; ama emekliye ayrılmıştı! 

Cumhuriyet döneminde vali ve milletvekili oldu

İhsan Paşa’nın öyküsünü burada bırakmak mümkündür; ama biz devam edelim… Emekli olmuştur; artık sivil hayattadır. Onu İstanbul belediyesinin bir şubesi olan Yeniköy belediye başkanlığına getirirler. 1917 yılına kadar belediye başkanı olarak kalır. Mütarekeden sonra, 1919 yılının sonbaharında emekliliği kaldırılacak ve askerliğe geri dönecektir. Bu kez İstanbul’da genelkurmay başkanlığında görev alır. Millî Mücadele’yi destekler. 1923 yılının Kasım ayında ise ikinci kez emekliye ayrılır. 1924 yılının yaz aylarında onu İzmir valisi olarak görüyoruz. Yaklaşık olarak iki yıl İzmir’de valilik yaptıktan sonra; 1926 yılının Mart ayında İstanbul milletvekili seçilecektir. 1946 yılına kadar aralıksız CHP milletvekili olarak parlamentoda bulunur.1955 yılında vefat eder.

İLGİLENENLER İÇİN OKUMA LİSTESİ

Bu alanda o kadar çok kitap var ki… Öncelikle İhsan Latif Sökmen’in anılarından söz etmeliyim. Necdet Öklem tarafından otuz yıl önce 1985 yılında İzmir’de yayınlanmıştı bu anılar. İhsan Paşa’nın bir başka kitabı daha vardır ama: “Bir Serencamı Harb: Harbi Umumî Safahatına Ait Hâtırat” (İzmir, 1988). Hayri Gökçay’ın “Bir Türkün Hâtırat ve İntikamı (Rus Zulmünden Canlı Hâtıralar)” kitabı da, 1958 yılında yayınlanmıştı. Fuat Tokad’ın günlüğü ise, birkaç yıl önce, Timaş tarafından yayınlandı. Halil Ataman’ın Ferhat Ecer tarafından yayına hazırlanan anıları (“Esaret Yılları) daha önce çıkmıştı. Albay Arif Baytın’ın “Sarıkamış Günlüğü” de Yeditepe yayınlarından çıktı. Bir başka esaret anısı da, Tuğgeneral Ziya Yergök’ün “Sarıkamış’tan Esarete” başlığını taşıyan ve Sami Önal tarafından yayına hazırlanan kitabıdır. Belki bunlara Mülâzim Mehmet Sinan’ın “Harp Hâtıralarım” (Vadi yayınları) kitabını da katabiliriz.  

Eğer Sarıkamış harekâtının askerî tarihine meraklı iseniz; bu takdirde de, kolayca bulabileceğiniz iki kitabı önerebilirim (her ikisi de İş Bankası yayınlarındandır): Köprülü Şerif İlden’in “Sarıkamış” anıları ile; Ahmet Tetik tarafından yayına hazırlanan Mareşal Fevzi Çakmak’ın “Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı”… 

FUAT TOKAD’IN SİBİRYA GÜNLÜĞÜ

Sibirya esareti konusunda elimizde çok sayıda anı ve günlük bulunmaktadır. Yakın zaman önce yayınlanan Fuat Tokad’ın günlüğü, bunlardan yalnızca biridir. Erzurum önündeki savaştan hemen sonra, 1916 yılının kışında Ruslara esir düşen yedek subay Tokad’ın öyküsünü de bu sûretle gün be gün öğrenebiliyoruz. Tokad’ın günlüğünden esaret şartlarının fena olmadığı anlaşılmaktadır. Kendilerine olabildiğince iyi davranılmıştı. Her ne kadar düşük bir maaş alıyorsalar da; hayat Rusya’da çok pahalıydı. Şöyle yazıyor: “Yurdumuzda beş, nihayet on kuruşa alınabilen bir ufak tencere yemeğini burada üç buçuk rubleye aldık.” Ama en küçük bir ayrıntı bile sorun olabiliyordu: “Rusların abdesthanesi tuhaf… Türkiye gibi bir muhitte ecnebi âdât ve ahlâkı tarzı hayat vesairesi hakkında tam ve doğru bir fikir edinmek kâbil değil. (…) Rus abdesthanesi susuz, açık meydanda, ortası delik bir iskemle… Hep kâğıtla temizlenirler. Bunlar umumîdir. Ara sıra hususîleri de var. Bizim bu kışlada yalnız etrafı örtük, zabitana mahsus bir tek abdesthane de vardır. Biz bundan müstefid oluyor ve rahat ediyorduk.”

Dört yıl süren esaret

Aradan biraz zaman geçince Rus subaylarla arkadaşlık da başlayacaktır. Biraz Fransızca, iletişimi mümkün kılabiliyordu: “Akşam yemeğinden sonra bu Rus zabit beni odalarına davet etti. Gittim. Orada beş zabitle bir madam vardı. (…) Madam biraz Fransızca bildiğinden bununla konuşuyorduk. Fakat görmeli… Ne saçma… O da lisanı iyi bilmiyor. Ben de ortada adeta bir pandomima… Hem saçma soruyor. Biraz harpten, biraz öteden beriden sordular. Madam güzel idi. Sözleri de gayet şuh… Fakat hiç hoşuma gitmedi. (…) Bana iki kadeh konyak, bir kadeh de çay, ekmek, peynir, çikolata ikram ettiler. Ayrılırken arkadaşlar için de çikolata verdiler.”

Tokad, yaklaşık dört yıl süren esaret hayatından sonra; 1917 yılında baş gösteren ihtilal ve barış anlaşmasının imzalanmasının ardından serbest kalabilecektir: “İhtilal sırasında Ruslar bize dost olduklarını söylüyor ve müsamahalı davranıyorlardı” diye yazıyor. Önce Moskova’ya ve oradan da Varşova’ya trenle gelirler. Yurda dönüş de kolay değildir bu koşullarda… Nihayet Viyana, Budapeşte, Belgrad ve Sofya üzerinden Sirkeci’ye varırlar.