Þarlatanlar zamaný

Medreselerde, "terbiye" metoduyla yoðrulan alimlerin, varlýklar ve insanlar arasýndaki baðlarý gözetmek üzere yetiþtiklerini (sýla-ý rahim), bunu halk ile iç içe pratikleriyle de pekiþtirdiklerini, böylece merhamet medeniyetine ön ayak olduklarýný anlatmýþtýk geçen Salý günkü yazýmýzda.

Bir dostum, 6 þubat depreminin yýldönümünde, bir grup medrese talebesinin, Adýyaman'da depremde vefat edenlerin kabirlerini ziyaret ettikleri sýrada Kur'an okuduklarýný gösteren bir video göndermiþti. Merhamet baðlarýný güçlendirmek, sýla-ý rahimi gözetmek derken bunun gibi doðrudan temas örneklerini kast etmiþtim dedim. Medresede terbiye edilen öðrenci, ilk adým olarak varlýklar ve insanlar arasýndaki baðlarý gözetmeyi esas alan bir ufka sahip olur. Bunun için de her zaman halk ile iç içe olarak, maddi ve manevi dertlerine derman olur, sorularýna cevap bulur. Ölüsüne dirisine merhamet olur.

Yedi sekiz yýl kadar önceydi. Bir ramazan boyunca Diyarbekir'de TRT KURDÎ için sahur programý yapýyorduk. Orucun, genel anlamda ibadetin anlamýný, önemini, bununla irtibatlý zekat, sadaka, fitre, teravih gibi konularý anlatsýnlar diye, bazen Medrese seydalarýný, bazen de ilahiyat çevresinden akademisyenleri konuk ederdik.

Ayný sorularý sorardým iki tarafa da. Aldýðým cevaplar, terbiye metoduyla yetiþmiþ alim ile eðitim metodu ile yetiþmiþ alim arasýndaki farký gösterirdi. Biri, anlamý, maneviyatý, ibadetin etkisini çoðaltmaya odaklýyken, öbürü, azaltmaya, budamaya, ayýklamaya, hatta silikleþtirmeye odaklý olurdu.

Medrese seydasýný dinlediðim zaman, deyim yerindeyse heybem sevapla dolardý. Mesela teravih yirmi rekatlý, bol sevaplý bir ibadet olurdu. Ýlahiyat akademisyenini dinlediðimde ise heybemdeki sevaplarýn git gide azaldýðýný, hafiflediðini hissederdim. Bu sefer teravih, en fazla sekiz rekatlý, sünnet bile olmayan bir yük olarak belirginleþirdi. Seydanýn anlatýmýyla ramazan, halihazýrda mevcut olan, rahmet saçan, fitre, zekat, teravih aracýlýðýyla insanlar arasýnda duygudaþlýk saðlayan bir ibadet iklimi olarak gözümde canlanýrken, ilahiyat hocasýnýn anlatýmýnda, ramazan, bir geçmiþ zaman nostaljisi, bir "direkler arasý" gösteri özlemi, bir eðlence atmosferi, bir mükellef sofralar sergisi olarak belirginleþirdi.

Bazen gündüzleri, sur içinde dolaþýrdým. Kahveler açýk olurdu. Çay ikramý olmazdý tabi. Ulu Caminin yakýnlarýndaki bir kahvenin önünde sandalyeme oturur etrafý gözetlerdim. Oralarda olduðum her gün mutlaka birkaç seydayý görürdüm. Oturmuþ bir masaya, etrafýndaki insanlarla konuþurdu. Sorularýna cevaplar verir, çözümler üretirdi. Bir ay boyunca tanýdýðým hiçbir ilahiyat hocasýna o kahvelerde rastladýðýmý hatýrlamýyorum. Dernekleri vardý onlarýn. Görmek istediðim zaman oralara giderdim.

Medrese seydalarýnýn geleneksel saygýnlýklarý dýþýnda hiçbir zýrhlarý, unvanlarý, karizmalarý yoktu. Onlarla sýradan insanlar arasýnda tek bir bariyer bulunmuyordu. Dokunulmaz, eriþilmez, ulaþýlmaz deðildiler. Akademisyenler ise birkaç yýlda bir aldýklarý karizmatik unvanlarýn gerisinde yavaþ yavaþ eriþilmez, ulaþýlmaz, dokunulmaz ve sonra görünmez oluyorlardý. Son unvanla birlikte toplumla bütün baðlarýný koparmýþ, yalnýzlýklarýný kalabalýk unvanlarýnýn yaný sýra, çok entelektüel, çok stratejik, çok baðlamlý isimleri olan dernekler sütresinde gidermeye çalýþýrlardý. Halk ile kurduklarý tek temas, ekran gerisindeki batýlý kavramlardan oluþan bilimsellik sosu serpiþtirilmiþ post modern vaazlardý. Orada da çözümlemeleriyle dini, hallaç pamuðu gibi savururlardý.

Ýtibardan, unvandan düþürülmüþ seydalarýn son demlerini yaþadýklarýný, toplum ve dinin ise, merhamet kanallarýndan yoksun bir yalnýzlýða, kurda kuþa yem olmaya amade bir savunmasýzlýða mahkum edildiðini gördüm.

Seydalarý itibardan düþürüp ilahiyatçýlarý unvan zindanýnýn gerisine týkanlar, ne yaptýklarýný biliyorlarmýþ dedim. Merdiven altýnda üretilmiþ molla kýlýklý karikatür þarlatanlara gün doðsun diyeymiþ.