Olup biten yetmezmiþ gibi bir de sahneye Star Wars çýkýnca, ne olacak bu dünyanýn hali sorusu bambaþka bir hal aldý. Baþucunda sürekli Chesterton ve Wells olan birinin, gençlik yýllarý Asimov’la geçmiþse her þeyden huylanmaya gönüllüdür. Tedavisi de imkansýzdýr.
H. G. Wells, Dr. Moreau’nun Adasý’ný yazdýðýnda tarihler 1896’yý gösteriyordu. O sýralarda Ýstanbul, imparatorluðun son demlerini yaþýyor ve ardý ardýna mikro milliyetçi saldýrýlar ve yaklaþan büyük fýrtýnanýn habercileriyle sarsýlýyordu.
1897’de Bram Stoker’ýn Dracula’sý ortaya çýkarken, Macaristanlý Yahudi gazeteci Theodor Herzl, Basel’de ilk Siyonist Kongresi’ni topluyordu.
1898’de Küba baðýmsýzlýðýný ilan ederken, Birleþik Devletler Porto Riko, Guam ve Filipinler’i ele geçiriyordu. Sadece Filipinler’de 1,5 milyon insan hayatýný kaybederken, Wells’in pek çok kez filme alýnan Dünyalar Savaþý da ayný yýl piyasaya çýkýyordu.
Böyle çok tuhaf bir kronolojiyle günümüze kadar devam edebilirim. Ama buna yerim yok. Yine de dilerseniz Ýletiþim Yayýnlarý’nýn Borges serisinin giriþine eklediði yüz yýllýk çarpýcý kronolojiyi keyifle ya da ürpertiyle okuyabilir; mesela 1986’da Arjantin milli takýmýnýn Maradona kaptanlýðýnda Dünya Kupasý’ný kazandýðýný, uzay mekiði Challanger’in havalandýktan üç saniye sonra parçalandýðýný, yedi kiþilik mürettebatýnýn öldüðünü, Çernobil Faciasý’ný, Olof Palme Suikastý’ný hatýrlayabilirsiniz. Ayný yýl Halley Kuyrukluyýldýzý’nýn dünya yörüngesinden bir kez daha geçtiðini de elbette.
***
Bizi neye davet ettiklerini anlamak istiyorsak, neye davet edildiðimizi ve neler yaþadýðýmýzý da hatýrlamak zorundayýz. Mesele ne herhangi bir ülkeyle yakýn olmak, ne diðerinden uzak durmak yahut birine savaþ açarken ötekine gülücük daðýtmak deðil elbette.
Türkiye, tarif edilmiþ düþmanlýklarýn yahut dostluklarýn içinde yaþamak zorunda olan bir ülke deðildir. Kendisini böyle gördüðü anda kaybeder. Dostlarýný da, düþmanlarýný da, kiminle ittifak edip etmeyeceðini de kendisi seçtiði sürece vardýr, güçlüdür.
Attýðý her adým eleþtiri oklarýnýn, belki doðru ifadeyle öfkelerin hedefi olan bir ülkenin, bunlara aldýrýþ etmeden yoluna devam etmesi, böyle bir akla ve sahici güce eriþmesi her þeyden daha deðerli. Ýstenen hamlesiz kalmamýz, týpký yakýn geçmiþte olduðu gibi her kuþatma tehdidinde büyük bir tavizle geriye çekilmemizdir.
Kafasýný kaldýrýr, kiminle istiyorsa onunla konuþur, müzakere eder, çýkarlarýný korur. Gücü yettiðince hesap sorar. Ýttifak kurar veya bozar. Tüm bunlarý bir devlet aklýyla ve dengesiyle yaptýðý sürece kimin ne dediðine de aldýrýþ etmez.
Ýþte örnek. Türkiye ve Ýsrail arasýnda yapýlan görüþmeler ve bir anda ortalýða saçýlan tuhaf yorum ve tepkiler. Tabloya bakalým ve insaf edelim. Ýsrail herhangi bir þekilde Türkiye için can simidi filan deðildir. Devam eden görüþmelerin nasýl sonuçlanacaðý bir yana, düne kadar Ýsrail baþýmýzýn tacýdýr diyenlerin bugün gösterdikleri tepki komiktir.
Türkiye’nin kendisine dönük kuþatmayý yarmak için yapacaðý her hamle, tekrar vurgulayalým; devlet aklý ve ciddiyetiyle planlandýðý ve merkezine kendisini koyduðu sürece doðrudur. Eleþtirilere sonuna kadar açýk olmalýdýr, ama eleþtirilerin de insafý olmalýdýr.
Bu tür görüþmeleri hemen ‘satýþ’ ve ‘ihanet’ parantezine alanlara iki not. Önce bu coðrafyada kimin kimi kaç kuruþa nasýl sattýðýný bir sýralasýnlar. Bakalým o listede Türkiye var mý! Sonra da þunun cevabýný versinler. Türkiye, böylesi satýþ ve ihanetlerle yol alsaydý, bugün keyfine bakan ve topraklarýnda sayýsýz ihanetin cirit atmadýðý bir ülke olurdu.