Kandil’e girmek kolay da sonra nasýl çýkarýz, asýl mesele o!
Ben tam bunu düþünürken haberlere bir göz atdým ki meðer girmek de “icâzet”e tâbîymiþ!
Sayýn Genelkurmay Baþkanýmýz’ýn söylediðine göre önce Amerikalýlarýn iznini almak gerekiyormuþ.
Eeee, sen 1 Mart 2003’de “baðýmsýzcýlýk” oynayýp da tribünlere poz atma pespâyeliðini tercîh edersen sonuçlarýna da katlanýrsýn böylecene!
Dokuz yýl önce Washington sana dönüp “Gel, berâberce girelim!” dediði zaman omuz silkip bunu da halka “etkin dünyâ politikasý” diye yutturmaya çalýþýrken bu
Faqîrü-l-Haqîr nâçizâne “Amerika bunu Türkiye’nin burnundan fitil fitil getirir!” yazmýþ ve adý bâzý çevrelerde kötüye çýkmýþdý. Öyle ya, ince barýþ politikalarndan ve Türkiye’nin âlî menfaatlerinden, pardon, yüce çýkarlarýndan biz anlamýyorduk, hattâ aðleb-i ihitimâl kasden ters yöne gidiyorduk da o zevât kavrýyordu sâdece durumu.
Yaþasýn tam baðýmsýz ve gerçekden demokratik Türkiye!
Alýn da tepe tepe kullanýn!
Neyse, eski defterleri karýþtýrmayý býrakalým da bugün hangi durumlarý anlamakdan “âciz”miþiz ona bakalým:
Yeryüzündeki bütün, ama bütün separatist (ayrýlýkçý) örgütleri ekarte etmenin, en azýndan etkisiz hâle getirmenin tek bir yolu vardýr:
Bir yandan o örgüte karþý þiddetli, ama sivil halký mümkin mertebe esirgeyip gözetici bir “yakala ve imhâ et!” (catch and destroy!) taktiði uygulanýrken buna paralel olarak ayný harâretle o örgütün (HAKLI OLARAK!) þikâyet etdiði yanlýþ uygulamalarý gidermek!
1935-49 Mao Hareketi’nden baþlayýp dört kýt’ada son 60 yýlýn tekmil halk mücâdelelerini inceleyin hep ayný tabloyla karþýlaþýrsýnýz.
“Te’dîb” hareketlerinin sâdece askerî metodlarla yürütüldüðü yerlerde ise “âsîler” silahla ezilse bile problemin ortadan kalkmadýðýný ve bir þekilde devâm edip baþka noktalardan tekrar patlak verdiðini müþâhade edersiniz.
Muharririmizin bu özlü, zihin açýcý ve þâyân-ý takdir girizgâhýndan sonra Türkiye’deki vaziyete bir göz atarsak içler acýsý bir manzarayla karþýlaþmamýz mukadder olur!
Ankara yaklaþýk 30 yýldan beri sözkonusu tedbirlerin ne askerî ne de sivil veçheli olanlarýný uygulayarak bugünki had safhada (nasýl usturuplu söylesek?) “cansýkýcý” geliþmelere düpedüz çanak tutmuþdur!
Burada “âdetâ” deðil de “düpedüz” demekliðime sebeb, bu davranýþýn “tesâdüfî” deðil “kasdî” olduðuna inancýmdýr. Evet, teferruatlý incelenirse, Türkiye tarafýnda beceriksizlik ve ufuksuzluðun da rol oynadýðýný saptayabiliriz ama hem PKK ve hem de Ankara cânibinde devlet/hükûmet/bürokrasi üçgeni içinde savaþ meraklýsý fraksiyonlarýn son derece etkin olduklarýný da inkâr edemeyiz. Bürokrasi derken bâhusus yargý ve askeriyeyi kasdediyorum ama eðitim kanadý da “münbit” bir alan.
Enternasyonal terminolojide barýþ yanlýlarýna “pasifist” (Lat. Pax/barýþ kelimesinden) ve savaþ yanlýlarýna ise “bellisist” (bellum/savaþ) denilir.
Burada garib ve çeliþkili görünen bizdeki pasifistlerle bellisistle arasýnda bir savaþýn sürmekde oluþu.
Ama bellisitlerin iþi çok daha kolay olduðu için onlarý yenmek de zor. Çünki tam barýþa giden uzun ve engebeli ve dolambaçlý yolda ufak bir mesâfe katedilirken az gayretle bir katliâm, dinamitleme yâhut irkiltici bir diðer eylem gerçekleþtirmek, bu taraf için çocuk oyuncaðý.
Gerek ideolojik gerekse ekonomik (kan dökülmesinden nemâlanma imkânlarý!) sebeblerden ötürü bu fâciânýn böylesine uzamasýna en önemli etken sanýrým bu tâlihsizliðimiz.
Bu kýsýr döngüden kurtulmanýn yolu ise yine sanýrým ki heriki bellisist tarafý da yavaþ yavaþ etkisi altýna almaya baþlayan “savaþ yorgunluðu”.
Bir savaþ bölgesinde tedrîcen artýk en vahþîce eylemler dahî belirgin bir umursamazlýkla karþýlanmaya baþladýysa bir savaþ yorgunluðu kendini gösteriyor demekdir.
Problemin kesin olarak çözümü bakýmýndan deðil ama o çözüme giden güzergâh üzerinde bir pusuya düþürülmeksizin ilerleyebilmek açýsýndan ben bunu cidden önemsiyorum.