Savaştaki sahtekarlık: Gıcır gıcır protez

Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ile Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Savaşın Mağdur Ettiği Kadınlar” konulu uluslararası etkinliği izlemek için Gaziantep’teyiz.

Böyle bir etkinlik için Gaziantep kuşkusuz en doğru şehir. Hem şehrin yönetiminde Türkiye tarihinin gördüğü en başarılı kadın bakanlardan biri olan Fatma Şahin olduğu için. Hem Fatma Şahin siyasi hayatının tamamında kadın, aile ve toplumun dezavantajlı kesimleriyle hemhal olduğu için. Hem de Suriye sınırındaki Gaziantep yüzbinlerce sığınmacıyı zaten bağrına basmış olduğu için.

Suriyeli kardeslerimize emeğiyle duasıyla parasıyla yahut güler yüzüyle hizmet eden herkese, Gazianteplilere ve Ensar olan diğer şehirlere hepimiz kalbi şükran borçluyuz. Onlar bizim yüzümüzü ak, kalbimizi mutmain ediyor.

KADEM adına da başkan Prof. Dr. Sare Aydın Yılmaz tebriği hak ediyor. Büyük bir yarayı işaret etmek ve yapılanların o yaraya çare olup olmadığını test etmek için bu tür uluslararası çalışmaların önemi büyük.

Toplantıya yüksek bir katılım oldu. Salon hınca hınç doluydu. Mesele Başbakan’ın eşi Dr. Sare Davutoğlu’nun ve Cumhurbaşkanı’nın kızı Sümeyye Erdoğan’ın katılımıyla güçlü şekilde sahiplenilmişti.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinden, BM Kadın masasından, İslam Konferansı Teşkilatından, Akdeniz Parlamenterler Asamblesinden, AFAD’dan, Diyanet’ten, üniversitelerden, sahada canla başla çalışan STK’lardan çok sayıda katılımcı genelde Türkiye’deki Suriyeliler, özelde de savaş mağduru kadınlar ve çocuklar hakkında konuştu.

Kapımız kalbimiz açık

Darda zorda kalmış bir başka insana yardımda bulunmak üzere harekete geçen, özveride bulunan kim olursa olsun kesinlikle saygıyı hak eder. İstisnası yoktur.

Lakin o gün o salonda yapılan konuşmalar Suriye’de savaş başladığından bu yana gittikçe netleşen bir gerçeği bir kez daha çıkardı ortaya.

O da şu: Suriye’de erkekler kadınlar çocuklar yaşlılar mütemadiyen ölüyor, insanlar evinden yurdundan, geçmişinden geleceğinden oluyor, bedeni ruhu çok fena yaralanıyor diye, kimsenin canı Türkiye kadar yanmadı, yanmıyor.

Kimse bu meseleyi kendine Türkiye kadar dert edinmiyor.

O kadar ki, BM ve İKT gibi çok devletli, büyük bütçeli uluslararası kurumların yaptığı yardımların ne niteliği ne rakamsal değeri, durumun vehametiyle orantılı.

Rakamlar ortada. “Kapım açık” diyen Türkiye’ye şu ana dek 1 milyon 600 bin Suriyeli geldi. Avrupa ülkelerinin tamamının güç bela kabul ettiği Suriyeli sayısı dört yılda 150 bin bile değil. Türkiye’nin harcadığı bütçe 4.5 milyar dolarken dışarıdan gelen destek sadece 233 milyon dolar.

Yalan dünya!

Lakin bu da değil mühim olan. Asıl olarak savaşı durdurmakla yükümlü uluslararası kurumların siyaseten ölü ve gözümüzün önünde çürümekte olduğu gerçeğine, artık insani hukuki yardım için oluşturulmuş birimleri de eşlik ediyor.

Silah sanayi tam kapasite çalışacak; buradan beslenen küresel sistem elini ovuşturacak; dört yıl önce sadece biraz daha özgürlük istediler diye çocukların tırnaklarını söktürüp işkenceyle öldürten ve kendi halkını katletmekten çekinmeyen Esed yerinde oturacak; BM Güvenlik Konseyi’nin soğuk savaş döneminden kalma üyeleri menfaatlerine uymuyor diye Suriye’de sivil katliamına ok verecek ama sonra, kolu bacağı kopmuş bir çocuğa gıcır gıcır protez takıldı diye sevinmemiz beklenecek, öyle mi!

Ahlaksızlıktır bu. Savaşı durdurmak için çabalamayan hiçbir devlet, hiç bir kurum ve hatta kişi, savaş mağdurlarıyla sahici bir ilgiyle ilgilenemez. İlgisi insani olamaz.

Üstelik işin örgütlü dünya ayağını oluşturan BM’deki zayıflık sadece siyaset menfaat çakışmasından da ibaret değil. Meseleyi algılamada, durumu kavramada ciddi bir sorun var. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği yetkilisi dahi meseleyi, kolunun altına iki bisküvi sıkıştıran Suriyeli kız çocuğu hikayesiyle duygusala bağlayarak kotarmaya kalkıyor.

Sorunun parçası olanın çözümün parçası olması beklenebilir mi zaten?

Neticede mültecileri kendisinin varlık sebebi sayan profesyonellerin değil, sahayı iyi bilen, kimsesiz kalmış insanlara tek tek dokunan gönüllülerin yürüttüğü bir insanlık mücadelesi bu.

Kobani üzerinden siyasi şov yaparak Türkiye’de konaklayan 200 bin Kobanili’nin de hakkına girenler keşke propaganda becerilerini biraz da Suriyeli sığınmacıların yaşam koşullarının düzeltilmesi, savaşın sonlandırılması ve evini özleyenlerin evine dönmesi için de kullansa.