Selim ATALAY
Selim ATALAY
http://www.selimatalay.com
Tüm Yazıları

SAVUNMANIN ÖTESİNDE ADALET

Milli Mücadele en asgarinin savunulmasıdır. Milli Mücadele’nin asgari hukuku olan Misakı Milli’yi unutmamak gerekiyor.

15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlarca işgali, Anadolu’daki Türk-İslam nüfusa bundan sonra olacaklar konusunda en net mesajı verdi: İmparatorluk bitmişti ve şimdiye dek bırakılan terk edilen topraklar, saldırganı durdurmaya yetmemişti. 

Serez, Üsküp, Saraybosna, Durres kentleri Manisa Kars, Bağdat, Şam kadar vatan toprağı idi. 10 yıldan biraz uzun zamanda en verimli, en bereketli Balkanlar, Mezopotamya, Hicaz, Arabistan, Filistin, Suriye, Kafkasya, Musul-Kerkük kaybedilmiş, imparatorluğun liman kentleri gasp edilmişti. Anadolu’dan başka gidecek yer kalmamıştı.  

Saldırgan ilerlemeyi sürdürüyordu. Bu kez Türk-İslam nüfusu tek hedefti. İstanbul, stratejik Boğazlarla birlikte kopartılacaktı, Türk’e Anadolu’da da hayat hakkı yoktu. Devlet ve Payitaht düşman süngüsü altında, toprak azınlıkların hakimiyetinde ve nüfus, esaretin gölgesinde olacaktı. Ancak Anadolu’yu da parçalara ayırıp işgal ettikten ve Türk varlığını sildikten sonra duracaklardı. O zaman da geriye bir şey kalmıyordu. Türk’ün tarih sahnesinden silinmesi ve 1071’den beri son 850 yılın intikamının alınması hedeflenmişti. Proje ‘Türklerin Avrupa’dan atılması’ projesiydi. Avrupa’nın sınırlarını da Boğazları kopartmak için Bursa’nın doğusuna uzatıyorlardı. 

Milli Mücadele bu gaddarca koşullarda ve gerçek bir isyan olarak başladı: Haksızlığa, adaletsizliğe karşı kutsal bir isyan. 19 Mayıs 1919, karanlık ve umutsuz bir ortamda, başarı garantisi olmayan bir büyük ve kahramanca mücadelenin başlangıcıdır. 

‘İzmir’in İşgali’ denen tecavüz, aslında Çanakkale - Dinar-Afyon, Kalkan-Antalya ile çevreli bütün Ege Bölgesinin Yunanistanca ilhakı için girişilmiş kin nefret ve gaddarlık harekatıdır. “Yunan askeri İzmir’e çıktı” ifadesi, işgalin korkunçluğunu hafifletir. İşgal, Haçlı saldırısını aratmayan bir etnik temizlik operasyonudur. Etnik temizlik sonrası Ege Yunanistan’a bağlanacaktır. Zaman, bu hayalleri gömmemiştir. Günümüzde bu hayaller zaman zaman su yüzüne çıkar.

Milli Mücadele, imparatorluğu işgale uğrayıp, son kalan toprağı da parçalanan ve yok edilme noktasına gelen Türklüğün can havliyle son çırpınışının destanıdır. Milli Mücadele tümüyle meşru, haklı bir savunma hareketidir. Düşmanın İzmir’de denize dökülmesi, İstanbul’u sessizce terk etmesi, en asgarinin başarısıdır. Bu başarılarla hakkın yerine geldiği, adaletin sağlandığı da tartışmalıdır. Yunanın Anadolu’daki etnik temizliği unutturulmuş, İzmir Yangını en sefil biçimde algı operasyonlarına konu edilmiştir. Bu, saldırganın şımarık cüretinden başka bir şey değildir. 

O yüzden mesela Misakı Milli’yi unutmamak gerekiyor. Misakı Milli bile en asgarinin hukukudur. Milli Mücadele, işgalcinin o zaman mümkün olan en asgari sınırların dışına kovulmasıdır. Sadece ve sadece savunmadır. Ceza ve adalet, savunmanın ötesinde başlar. 

Ve zaten senin olanı büyük fedakârlıkla savunmanın ve o başarıyla yetinmenin adalet olmadığını en iyi Yunanistan bilmektedir. O yüzden 2. Dünya Savaşı tazminatı olarak Almanya’dan 300 milyar euro isteme cüretinde bulunmaktadır. Yani ekonomi büyüklüğünün 1.5 katını istemektedir. Yunanistan, Anadolu işgalinin tazminatını ödemiş midir? Ve neden İspanya 1715’te ‘kaybettiği’ Cebelitarık’ı hala İngiltere’den istemektedir? 

 

Bardağı taşıran son damla

12 Mayıs: İzmir’in işgali kararı, Paris dörtlü toplantıda Lloyd George tarafından İtalyan Başbakanı Orlando’ya bildirilir: “Türkler bölgede Yunanlara saldırmaktadır ve Yunan askeri, koruma için karaya çıkacaktır...” Tabii ki yalandır. Saldırı olmamıştır. Türk, Yunan işgali başladıktan sonra direnmeye başlayacaktır.

Orlando ise işgale uluslararası karakter verilmesi için İtalyan, İngiliz, Fransız askerinin de Yunanlarla birlikte çıkmasını ve Yunanlarla birlikte hep bölgede kalınmasını ister. Esas niyet, bölgeyi Yunanistan’a, İtalyanları da kenara bırakmak olduğundan, kendisine ‘Bu işgal, İzmir’in nihai olarak kime verileceğini belirlemeyecek’ denir. Tutulmayan sayısız ‘sözlü güvenceden’ bir tanesidir. (Conseil des Quatre 2:49-52 12/5/1919) 

İtalya yine uyutulmaktadır. Fransa ve İngiltere, İtalya’nın Doğu Akdeniz’de kendilerine rakip olmasını istememektedir. Sömürgeci iki devlet, savaş sonrasında Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da sömürgeciliği başka bir formatta sürdürme niyetindedir ve bu planda İtalya’ya yer yoktur. Ayrıca İngiltere, Fransa’yı da dışlayıp, Yunanistan üzerinden Ege’nin iki yakasını kontrol hayalleri kurmaktadır. Yunanistan ise Anadolu’da hem Helenistik hayallerdedir, hem de İngiltere’nin maşasıdır. 

13 Mayıs: Sabah, İngiliz Diplomat Nicholson’un haritası üzerinde Anadolu’nun paylaşımı yapılmıştı. (Anadolu’nun uzun günü, Star Gazetesi, 4 Şubat 2019)

Öğleden sonra müzakere sürdü. Lloyd George İtalyanların mızıkçılıkta haklı olduğunu, herkese “manda idaresi” adı altında toprak verilirken İtalyanlara da verilmesi gerektiğini, Anadolu’nun güneyinde (Akdeniz Bölgesinde) İtalyan manda idaresi kurulmasını savundu. Clemenceau, İtalyanlardan hoşlanmadığını ancak paylaşımı onayladığını söyledi. Çünkü İtalyanlar Akdeniz kıyısını alınca, Fransa da Orta ve Güney Doğu Anadolu’yu alıyordu. Üç hafta önce Clemenceau’nun önerdiği paylaşım da buydu. Haritaya Suriye odaklı bakıyordu, Suriye’den Anadolu’ya ne kadar uzanabilirse, o kadar uzanacaktı. 

Wilson’ın ise Yunan hayranlığı depreşmişti. Yunanistan’ın hem Ege’yi ilhak etmesini, hem de başka yerde manda idaresi kurmasını istedi. Karadeniz kıyılarında Pontus düşündüğünü anlıyoruz...  Wilson’a göre ’Yunanistan, milletler ailesine alınmalıydı’ ve ‘Manda görevi verildiğinde Yunanistan’ın bu işi en iyi biçimde yapacağından’ Wilson emindi. Yani üst uygarlık olarak Türkleri yönetmek, itaat etmelerini sağlamak ve manda idaresi altında yozlaştırıp, yok etmek görevi. Manda buydu. 

14 Mayıs: Bir yandan da İtalyanlara Paris’te yeni oyalama görüşmeleri açıldı. Anadolu ve çevresinin manda sistemi altına alınması, İtalyanların da bir manda bölgesine sahip olmaları konuşuldu. Anadolu’da Fransız, Yunan, İtalyan manda bölgeleri olacak, ABD İstanbul-Boğazlar ve Ermenistan’da manda idaresi kuracaktır. 

(14 Mayıs 1919 Paris, Star Gazetesi, 11.04.2019) 

Manda konusundaki Paris kavgaları, ayrı bir yazı konusudur.

 

İzmir’de etnik temizlik

15 Mayıs: Geceden başlayarak Yunan askeri İzmir’e çıkartılmaktadır. İngiliz, Fransız ve Yunan gemileri de koruma görevindedir Amerikan gemileri limandadır, ancak işgale katılmamışlardır. 

Sabah çıkan karma İngiliz, Fransız ve İtalyan birliği fazla dikkati çekmez. Yunan askeri çıkınca kıyamet kopar. 

Paris’te İtalyanlar, konuşulmuş manda paylaşımı resmileşmeden ve sınırlar belirlenmeden Yunanların İzmir’e çıkmasının, kendilerine karşı bir manevra olduğunu düşünmüşlerdi. Karşı hamle olarak Marmaris’e ek asker çıkartıp, Antalya-Marmaris arasındaki hakimiyet alanlarını genişletmeye başladılar.  

İzmir, Anadolu’da ilk işgal edilen nokta değildi. Anadolu işgal, 30 Ekim 1918 Mondros ateşkesinin ardından başlamıştı.

Atatürk’ün Nutuk’ta 19 Mayıs 1919 itibarıyla çizdiği genel durum ve görünüşte: 

İstanbul zaten işgal altındadır. Adana vilayeti Fransız; Urfa, Maraş ve Antep İngilizlerce; Antalya ve Konya İtalyanlarca işgal edilmiştir. Merzifon ve Samsun’da İngiliz askeri bulunmakta, her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyet göstermektedir. 

İzmir işgali ise bardağı taşıran son damladır. 

İşgalin başlaması, Anadolu’yu daha da sarmış ve hareketlendirmiştir. Mesela İzmir haberinin gelmesiyle, Osmanlı ordusundan silah toplanma işlemi durmuştur. Silahlar sessizce İngiliz gözetiminde toplanıyordu. İzmir sonrasında direniş için yoğun cephanelik soygunları başlamıştır. Terhis edilen askere silahı ve cephanesi bırakılmıştır. Sonra Anadolu kentlerindeki İngiliz subaylar geri yollanmıştır. 

Yunan ordusu ise İzmir’de etnik temizliğe başlamıştı. 18 Mayıs’ta İstanbul’daki Amerikan temsilciliği, İzmir’deki Yunan yağmasını Washington merkeze ve Paris Konferansına bildirir. Çok sayıda Türk tutuklanmış, sokak çatışmalarında Türkler öldürülmüştür. Yunan Ordusu İzmir’den içlere ilerledikçe yapılan zulmün kanıtları artar. 

İzmir’deki İngiliz, İtalyan, Fransız gözlemciler de Yunan askerinin kontrolsüz şekilde barbarlık yaptığını bildirmektedir. Müttefik kontrolünde olması beklenen Yunan ordusu, kendi başına hareket etmeye başlamıştır. Yunan çeteler, ordu birliklerinin önünde ilerlemekte, el birliği ile Türkler katledilmekte, köyler soyulmakta ve yağmalanmaktadır. İşgal, nefret ve ölümle gelmektedir. 12 Temmuz’da Amerikalı temsilci bütün işgalci Yunan ordusunun İzmir’e geri çağırılmasını önerir ama dinleyen olmaz. Durum kontrolden çıkmıştır.