Schulz’un yaptığı alçakça değil miydi Sayın Davutoğlu?

Duy da inanma... Sayın eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu, Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği mektuba tepki göstermiş. 

Diyeceksiniz ki, “Mektup işi geçen haftanın konusuydu. Konuşuldu, bitti...”

Pek de öyle değil. 

Detaylı bir şekilde konuşulmadı. 

Daha doğrusu, mektuba misli görülmemiş tepki veren Sayın Davutoğlu henüz üzerine düşen özür görevini (burada eski defterleri açıyoruz) yerine getirmedi. 

Önce Sayın Davutoğlu’nun tepki tweetine bakalım... 

Barış Pınarı harekâtının başladığı günlerde “suskunları” oynayan, sosyal medyadan gelen tepkiler üzerine içinde “kahraman ordumuz” geçen açıklamalar yapan Davutoğlu, nedense (neden acaba?), Trump’ın skandal mektubunu aşırı ciddiye aldı ve birdenbire Erdoğan’sever kesildi. 

Bütün dünyanın (bu arada Amerika’daki habercilerin bile) alayla karşıladıkları mektuba Davutoğlu’nun tepkisi şöyleydi: “Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsında Türk milleti ve devleti rencide edilmiştir. Özür dilenmediği takdirde yarın yapılması gereken görüşmeler ve ABD ziyareti acilen iptal edilmelidir.”

Buradaki “Türkçe hassasiyeti”, bilmem kaç devasa “bilimsel eser” yazmış Davutoğlu marifetidir. 

Keşke “acilen” yerine, “derhal” ifadesini kullansaydı... 

Neyse... 

Davutoğlu’nun tepkisi bununla sınırlı kalmadı. 

Coştu... 

Daha doğrusu, skandal mektupla ilgili soru gelince, coştukça coştu... 

Mesela bir gazetecinin (Yeni Çağ gazetesi yazarının) sorusu üzerine şunları söyledi: “Alçakçadır, yüzkarasıdır. Devletin arşivinde misli ile verilecek yanıtla yer almalı ve Amerika'ya kesinlikle geri çektirilmelidir. Trump'ın iki çocuk benzetmesini okuyunca tüylerim diken diken oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti terörle eş tutulamaz. Biz onuru ile yaşayan bir milletiz.”

Ne güzel, değil mi? 

Sayın Davutoğlu, devlet adamlığının gereğini yerine getiriyor ve ülkesine, Cumhurbaşkanı’na yönelmiş “küçültücü” ifadelere karşı şahin pençesini gösteriyor... 

Güzel olmasına güzel de, ufak bir problem var: “Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsında Türk milleti ve devleti rencide edilmiştir. Özür dilenmediği takdirde yarın yapılması gereken görüşmeler ve ABD ziyareti acilen iptal edilmelidir” diyen Davutoğlu, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz'un “Bizim muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu'dur... Bizim bağıran çağıran bir adamla işimiz olmaz” beyanı karşısında susmuştu. 

Şunu dememişti: “Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsında Türk milleti ve devleti rencide edilmiştir... Schulz’un bu açıklaması münasebetsizliktir. Alçakçadır. Yüzkarasıdır.”

Sonra da “sırıtarak” koşup, o münasebetsizlerle “çak” yapmıştı. 

Bu durum kendisine hatırlatılmıştı. 

Daha doğrusu, Cumhurbaşkanı’na yönelik bu biçimsiz/seviyesiz hitaptan dolayı Davutoğlu’nun tepki göstermesi gerektiği yazılıp çizilmişti. (Bu konuda onlarca yazı gösterebilirim.) 

Davutoğlu ne mi yapmıştı? 

Kulağının üstüne yatmıştı. Türk milleti ve devletinin onurunu aklına dahi getirmemişti. 

Bitti mi? 

Biter mi hiç... 

Dönemin BDP (HDP) Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “YPG Fırat’ın batısına geçecek, siz de mal mal bakacaksınız” dediğinde, Başbakanlık makamında Sayın Davutoğlu oturuyordu. 

Davutoğlu’nun tüylerinin diken diken olmasını bekledik. Yani Demirtaş’ın ağzının payını vermesini bekledik. 

Bizim tüylerimiz diken diken oldu. 

Bağlamını ve zamanını hatırlamıyorum ama Sayın Davutoğlu’nun “Kobaniye selam olsun” dediğine şahit olduk. 

Evet, bunu dediğine şahit olduk!