‘Seçilmiş Cumhurbaşkanı’ denklemi nasıl değiştirecek?

Yazıma başlamadan önce son günlerde kamuoyunda dikkatimi çeken bir detayı paylaşmak istiyorum; Türkiye’deki gelişmeleri sorgulayanlar hala klasik sistem üzerinden sebep-sonuç ilişkisi kurmaya çalışıyorlar ve hala eski alışkanlıklara göre çıkarımlar yapıyorlar... Klasik çıkarımlar ve lineer sorgulamalar ile “YENİ OLANI” keşfetmeye çalışıyorlar... Oysa sistem değişiyor ve SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANI gerçeğini tam idrak edemiyorlar... Bu gerçek idrak edilip denklemler buna göre sorgulanınca başta güç merkezleri dahil birçok tanımlama değişecek, değişiyor...

Çıkarım 1: Yönetim-yönetme-yönetilme denklemleri değişiyor ve yeni teamüller oluşuyor. Lineer sebep-sonuç ilişkileri kuran bu dönemi anlamak ve anlamlandırmak mümkün değil. Buna en güzel örnek son seyahatimizde New York’ta özellikle BM platformunda yaşananlar. Türkiye “askeri ve ekonomik” olarak dünyada 1 numara değil ama liderlik ve ortaya koyduğu model BM’ye yön vermesine, damga vurmasına yetiyor... Daha açık yazayım; liderlik sayesinde Türkiye “elde ettiği gücün” kat be kat fazlasını kullanıyor...

Sevgili dostlar, gelelim şimdi yeni modeli ve yeni denklemi tanımlamaya...

Nasıl bir Türkiye modeline geçiyoruz?

Bu geçişi sorgularken geçmişi hatırlamamız ve özellikle Türk ekonomisinin 1946 sonrası nasıl bir temele oturduğunu detaylandırmamız gerekli...

Sevgili dostlar, 1946 devalüasyonu ve ikinci dünya savaşı bunalımında “yön arayışı” ile iyice bunalan Türkiye, dışarıdaki yerleşik yapının içeride türetmeye başladığı “burjuva sınıfına” ve onların uzantısı olan siyaset adamlarına maalesef teslim oldu... 1950-1960 arasında “kendini bu yapıdan” kurtarmayı deneyen Menderes ve ekibi, Türkiye’yi bu kalıptan çıkarmayı denese de “içerideki türetmelerin tahrikleri” ve dış odakların “tezgahı” ile Türk Askeri tarafından linç edildiler... Ordu iyi niyetle (aklınca) hareket ediyordu ama aslında Türkiye’nin geleceğini-bağımsızlığını ve potansiyelini biçiyordu... A ynı durum 1960’tan 1977’lere kadar devam etti. Yerleşik yapı palazlandı, Burjuva’nın biti kanlandı, halkın varlıkları transfer edildi. 1977-1980 arasında “Türkiye’de başlayan fikri ve maddi” kıpırdanmaya izin verilemezdi, “NETEKİM DE” verilmedi! 1980’de yine aynı çark çalıştı ve 1960’da Türkiye’yi “asker süngüsüyle” tuzağa yeniden çeken DÜZEN, bu sefer yine aynı yola başvurdu. 1980-2003 arası yöntemin “sadeleştiğini” fakat 28 Şubat ve elektronik darbe denemeleri dahil yapının aynen çalıştığını gördük. Sistemin özü hep aynıydı; “dışarıdaki düzen-içerideki türetme taşeronlar-yaratılan medya-sanal kamuoyu” gibi unsurlar el ele vererek, askeri de SON ÜTÜCÜ olarak kullanarak, Türkiye’yi istedikleri kalıba döktüler... 

Sevgili dostlar, 2003 bu yapının yıkılmaya başladığı, Türkiye’nin bu tuzaktan çıkmaya başladığı sürecin başlangıcı. Çıkış bir günde olmadı hatta 2008’de IMF ile bağ kopana kadar eski ağırlık ve “askeri darbe dahil birçok deneme hayata geçmese de, yaşandı”! ESKİ MODEL ve uzantıları kanımızı emmeye devam etti!

Çıkarım 2: Bütün bu süreçte özellikle 1946-2003 arasında Türkiye ekonomisi asla “üretim-bilgi-vizyon temelli” olmadı. Montaj endüstrisine dayanan sanal üretim ve arkasında “dağ gibi faiz ile” halkın varlıklarını emen bir yapı sürekli çalıştı.

Çıkarım 3: Bizler “ülkenin bir şey yaptığını” düşünürken, yapar gibi görünenler “faaliyet dışı kar” şapkası altında halkın 2 trilyon dolardan fazla bir varlığını “faiz+anapara” olarak emdiler. O dönemdeki Siyasi İrade’nin bu süreçte “o sınıfa aktardığı” varlık ve rant bu paranın dışında...

Çıkarım 4: 2008 sonrası Seçilmiş Cumhurbaşkanımız ve o yılların Başbakan’ı Erdoğan’ın “IMF’siz devam kararı” ve ekonomideki yönetime damgasını vurmaya başlaması ile, Türk ekonomisi “Bilgi Temelli Modele” doğru hızla ilerlemeye başladı. Bu başlangıç hatta alınan yol “çok iyi” olmakla birlikte daha iyisi için çalışmaya devam ediyoruz. “Üretiyorum” şapkası altında hala kendini saklayan “montaj endüstrimizden” tamamen kurtulmamız ve Devlet imkanlarıyla onları asla ama asla desteklememiz ilk şart...

Çıkarım 5: Türk firmaları TV, buzdolabı, makine ve birçok şey ürettiklerini iddia ediyorlar, bu noktada soruyorum; sizden çok sonra ortaya çıkan bir Kore şirketinin neden 1/10’u bile olamadınız! Neden size ait tek bir küresel yazılım, tek bir küresel lisans yok!

Sevgili dostlar, Türkiye “Bilgi-ÜRETİM-vizyon Temelli Ekonomi” modeline geçmek üzere attığı adımları sıklaştırırken özellikle küresel anlamda rekabet yaratabilecek yeni “OLUŞUMLARIN” önünü açmalı...

Son söz: Yerli araba, yerli ağır endüstri gibi adımlar özlediğimiz hatta hasret kaldığımız detaylar... Bunlar da mutlaka yapılmalı fakat buna odaklanırken bir sonraki adımı ıskalamamalı ve şimdiden hazırlanmalıyız... Gittiğimiz yerlerde gördüğümüz tesislerin tamamının 1945 sonrası kurulduğunu ve yer-iklim-hammadde açısından Türkiye’ye göre ne kadar zor şartlarda bunların yapıldığını düşünürsek, o günden bugüne İÇERİDE YATARAK FAALİYET DIŞI KAR ile sırtımızda ne kadar çok yük taşıdığımızı daha iyi idrak edebiliriz! Türkiye değişecek, değişiyor, büyüyecek, büyüyor ve en önemlisi üretiyor ama ÇOK DAHA FAZLA ÜRETECEK...