‘Seçim tarihi' olarak, 14 Mayıs 1950'nin 73. yıldönümü belirlenir mi?

Bugün, bir-kaç konuya kısa kısa değinelim...

*

Normal olarak, Haziran-2023 ortasında yapılması gereken Başkanlık ve milletvekilliği 'seçimleri'nin tarihi etrafında bir takım görüşler belirtiliyor.

Bu konuda en müsaid tarih olarak 14 Mayıs'ın açıklanması gerekir, derim. Çünkü 14 Mayıs 1950 tarihi, 27 yıllık diktatörlüğe, kısmen de olsa son verilen bir 'millet darbesi'nin 73. yıldönümüdür.

Milletimizin, etkileri hâlâ da devam eden 1950 öncesindeki Şeflik dönemlerinde neler çektiğinin ve sonraları karşılaşılan bütün askerî darbelerin de 1950 öncesindeki tahakküme duyulan hasretle sahnelendiğinin unutulmaması açısından iyi bir vesile olabilir.

*

YSK (Yüksek Seçim Kurulu) Başkanı Muharrem Akkaya, kendi beyanına göre, yakında emekli olacakmış.

Akkaya'nın evvelki gün, sosyal medyaya düşen açıklaması ilginçti.

Erdoğan'ın üçüncü kez Cumhurbaşkanlığına -iki devreden fazla Cumhurbaşkanı olunamayacağı şeklindeki sınırlama gerekçesiyle- adaylığının mümkün olmayabileceği gibi eski tartışmaları yeniden gündeme getirmeye çalışan bir çağrışımı vardı. Halbuki Meclis Başkanı Mustafa Şentop Hoca o konuda hiç bir kanûnî problem olmadığını açıkça beyan etmişti. Çünkü 'iki dönemden fazla Başkanlık olamayacağı' şeklindeki hüküm, 'Başkanlık Sistemi'nin getirildiği ve '17 Nisan 2017 tarihli referandumla kabul edilen Anayasa değişikliği'nden sonrası için geçerlidir.

Akkaya'nın sözleriyle, şimdi, bu konu yeniden ısıtılmak eğiliminde olanları heyecanlandırabilir. Akkaya, 'Şimdi sorulsa, görüşünü açıklamasının, 'ihsas-i rey' olacağı ve bunun da 'redd-i hâkim' gerekçesi olacağından görüşünü açıklamayacağını; ama kendisi henüz başkan iken gündeme gelirse, konuyu hukukçulara incelettiğini, 'başta türlü' bir karar çıkabileceği'nin sinyalini zımnen vermiş oldu.

Bir zamanlar Anayasa Mahkemesi'nde hukuk ve kanun adına ne gibi oyunlar oynandığı unutulmadı. 'Mahallenin çocuğu' olarak bilinen eski bir AYM Başkanı'nın, son demlerinde takındığı şaşırtıcı tavırları da hatırlayabiliriz.

*

CHP'nin önde gelen milletvekillerinden Gürsel Tekin isimli, 17- 18 Aralık gecesi katıldığı tartışma programında, Ecevit'in Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için, 'lise mezunu olanların Cumhurbaşkanı olmasını engelleyen bir anayasa değişikliğinin yapıldığını' söyledi; kimse de itiraz etmedi. Halbuki yoktu böyle bir değişiklik. O anayasa hükmü, 1961 Anayasası'ndan beri hep vardı. Hattâ, o zamanki iki kanatlı Meclis'in senatosuna seçilebilmek ve 'senatör olmak için de 40 yaş ve yüksek okul şartı' getirilmişti.

Aynı programda, İBB Başkanı'na bidayet/başlangıç mahkemesinde verilen mâlûm kararın, İstinaf Mahkemesi'nde, 'Temyiz/Yargıtay yolunu da kapatarak hüküm verilebileceğini' ileri süren Nihal Bengisu Karaca hanım, dün de, 6'lı Masa'nın adayı kim olursa, oy'unu ona vereceği şeklinde bir açıklama yapmış. Ve bu açıklamayı da, 'aydın sorumluluğunun gereği' olarak yaptığını da belirterek. Kişinin kendi kendisini 'aydın' diye nitelemesinin değerlendirmesini ise, herkes kendi içinde yapar.

*

KK Bey, dün, İBB Başkanı'nı, partisinin Meclis Grubu'ndaki toplantıya davet etmişti. Bazıları, evvelki gece CNN Türk'teki tartışmalı programda, KK Bey'in, Muharrem İnce'yi CHP adayı olarak gösterirken, 'Gel Muharrem!' deyişi gibi, 'Gel Ekrem...' diye çağırıp, onun adayları olduğunu açıklayabileceğini, öyle bir sürprizin olabileceğini söyledilerdi.

KK Bey, onu yapmadı ve 'Ekrem sadece CHP'nin değil, benim de evlâdım, aramızdaki ilişki baba-oğul ilişkisidir.' dedi.

Demirel, yakın dostu olan Vanlı siyasetçi Kinyas Kartal'ın, bir seçim öncesinde, listelere son şekli verirken, telefon edip, 'Süleyman Bey, ben 90 yaşına merdiven dayadım, benim yerime avukat olan oğlumu yaz, 45-50 yaşlarında.' dediğini; 'Kinyas Ağa, sen ne dersen öyle olur, bilirsin.' diye karşılık verdiğini, ama gece yarısından sonra tekrar telefon ederek, 'Süleyman Bey, ben öyle söyledim, ama onlar henüz çoluk çocuktur, siz yine beni yazınız.' dediğini ve kendisin de öyle yaptığını yazmış ve devamında da, 'Siyaset'in kapısında 'GİRİLİR' diye bir levha vardır, ama, (ÇIKILIR) levhası yoktur; ÇIKIŞ, tâbutla olur ve baba- oğula, oğul babaya oyun kurar.' demişti.

Şimdide de aynı oyun tekrarlanır mı dersiniz?

*

Dün, 14.30'da, Bayezid- Vezneciler'de, Kuyucu Murâd Paşa Medresesi'ndeki İslâmî Tedkikler Enstitüsü'nde, vefatının 20. Yıldönümü dolayısıyla Prof. Muhammed Hamidullah'ı anma toplantısı vardı.

Güney Hindistan'da Haydarâbâd şehrinde 1908'de dünyaya gelip, 2002 yılında Amerika- Florida- Jacksonvill'de vefat eden ve orada medfûn olan büyük İslâm bilgini Muhammed Hamidullah'ı 1972'lerde, İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde verdiği dersleri takib ederdim, Hukuk Fakültesi'nden gelerek. Hamidullah'ın derslerini Prof. Salih Tuğ ve Prof. Yusuf Ziya Kavakçı ânında, canlı tercüme ederlerdi.

Hamidullah'ın talebelerinden Prof. Yusuf Ziya Kavakçı ile refikası hocahanımefendi ve Prof. İhsan Süreyya Sırma, dün merhûm Hamidullah hocayı andılar, anlattılar, bir kez daha hayırla yâdedilmesine vesile oldular.

Merhûm Hamidullah'ın 50 yıl öncelerdeki bizim genç nesillerin İslâmî bilgi ve şuûrlarını takviyesinde büyük emeği vardı. Bu vesileyle belirteyim ki, Hoca, Türkçe'yi de incelikleriyle bildiği için, derslerini Türkçe vermesini söylediğimizde, 'Gelecek dersimde size anadilinizle hitab edeceğim' demiş ve amma, o derse, 'arabça' olarak başlamıştı. Hocaya, vaadi hatırlatıldığında, 'Ben vaadindeyim. Sizler de Müslümansınız. Hz. Peygamber (S)'in hanımları, 'umm-ul'mu'minîn' /mu'minlerin anneleridir. Size ana dilinizle hitab edeceğim.' diye çok zarif bir nükteyle karşılık vermişti.

*

Bu toplantıdan sonra da, Cumhurbaşkanlığı- İletişim Başkanlığı'nın, Sultanahmed- Divanyolu'ndaki binasında Dergiler Birliği Kongresinde bulundum, bir teşehhüd mikdarınca da olsa. Oradaki çalışmaları da takib etmeye çalıştım. Bu arada eski Eğitim Bakanlarından Prof. Nâbi Avcı da oradaydı; bir ara çeşitli konular üzerinde sohbet imkânı oldu. Keza, Prof. Husrev Subaşı dostumuzla da.

*