Þehrin sinematografik silueti

Ýstanbul’un tabii yapýsý, tepeleri, yeþil alanlarý, dereleri, boðazý, halici ve adalarýyla yani benzersiz flora ve fauna’sýyla dünyanýn eþsiz bir coðrafi parçasý olarak terennüm eder. Bu tabii yapýnýn kahir ekseriyeti cumhuriyete kadar muhafaza edilmiþ, cumhuriyet dönemindeyse kimi zaman keyfi, kimi zamansa menfaatperest giriþimlerle neredeyse geriye dönülmez þekilde deðiþimlerle bozundurulmuþtur. Bunu en anlamlý þekilde ifade eden tabirlerden biri, Prof. Nezih Erdoðan’ýn Ýstanbul 2010 Kültür Baþkenti kapsamýnda, Hollanda ve Avusturya film arþivlerinden derlediði Osmanlý ve Cumhuriyetin ilk yýllarýna ait Ýstanbul belge görüntülerinden müteþekkil yaptýðý belgesel çalýþmaya verdiði baþlýk olan Ýstanbul Do, Redo, Undo tabiridir. Baþka bir deyiþle, Ýstanbul’un asýrlarca olagelmiþ doðal topografyasý, onun organik yapýsýna uygun bir biçimde mamur edilmiþ, son dönemlerdeyse yapýlan müdahalelerle bu doðal yapý adeta içi dýþýna çýkartýlarak ortaya konan yapýlaþmayla gitgide beton, demir ve asfalttan oluþan sun’i bir mahiyet kazanmýþtýr. Derelerin beton dökülmesiyle ‘ýslah’ edilmesi, hayata cansuyunu veren topraðýn marjinalleþmesi, her fýrsatta üstünün örtülmesi, önce þehrin tabii bünyesine, sonra da aslýnda insanýn kendisine yapýlan en büyük yabancýlaþmalardandýr.

***

Ýstanbul’un Anadolu yakasýnda bulunduðum yerden, Boðaz’ýn karþý yakasýnýn siluetinde Taksim’den Maslak’a dek saymaya çalýþtýðým, þehrin baðrýna bir kama gibi saplanan gökdelenlerin artýk 70’e yaklaþmýþ adeti için ne söz etmeli bilmiyorum. Bunlarýn iþgal ettiði toprak, yok ettikleri börtü böcek (Mustafa Kutlu’nun en çok deðindiði), açtýklarý trafik karmaþasý, en önemlisi de insanlarý bir istif gibi ruhsuz bir þekilde konserveleyen katlarý, þehrin baþka bölgelerinde (mesela Ataþehir’de) bilim-kurgu tasarýmlarýný çaðrýþtýran mimari özellikleriyle insaný yok sayan, tahakkümkar varlýklarý gerçekten ürkütücü. Ahmet Turan Alkan’ýn geçenlerde, Bursa Emir Sultan Kültür Merkezi’nde þehirde yaþama kültürü üzerine yaptýðý konuþmada bahsini ettiði, yaþama mekanlarýnýn insan fýtratýna uygun kat yüksekliðinin en fazla 3 veya 4 olduðu ve þehirleri asýl yaþanýlýr kýlan topografik unsurlarýn boþ araziler olduðu gerçeði, nasýl da bir ifrat derecesinde olduðumuzun göstergesidir. Bu doðrultuda belli bir duyarlýlýða sahip insanlarýn, Ýstanbul’u kaybetmemek adýna þehre yar olayý öngörerek yeni kurduklarý Þehriyar gibi dernekler her zamankinden çok önem kazanmaktadýr. Böylesi yüksek yapýlarýn artýk hiç yer almamasý, diyelim, apartmanlarýn bodrum katlarýnda insanlarýn hiç oturmamasý gibi kaygýlarla þehrin bozulan tabii dokusunun artýk durdurulmasý adýna her çabanýn yanýnda olunmalýdýr. Öte yandan, Ýstanbul’un özellikle cumhuriyet yýllarýnda kaybolan tarihi dokusu da bir baþka iç acýsýdýr.

Ýstanbul’un eski günlerine ait coðrafi özelliklerini yansýtan sinema belgeleriyse en çok, bilindiði gibi eski Yeþilçam filmlerinin siyah-beyaz görüntüleri arasýnda kalmýþtýr. O filmler yapýlýrken asla böyle bir iþlev taþýyacaklarý öngörülmeyen bu filmler, artýk bizim için yitip gitmiþ eski zaman hatýralarýnýn yaþayan, canlý tasavvurlarýdýr. Hayrete þayan biçimde, hemen hiçbir yetkili veya kuruluþ veya bir meraklý, eski on yýllýk dönemlerde þehrin dört dörtlük belgesel bir çalýþmasýný gerçekleþtirmemiþtir. Türk sinemasýnýn yanýnda Ýstanbul’da çekilen az sayýda yabancý film de, siyah-beyaz ve renkli görüntülerle bu kadim þehrin eskide kalmýþ portresini bir nebze olmuþ kayýt altýna almýþtýr. 1960’lý yýllarda Maurice Pialat’nýn, nerdeyse melankolik bir duyguyla yansýttýðý Ýstanbul’un belgesel görüntüleriyse, yine iki ayrý renk formatýnda artýk gerçek manada göremeyeceðimiz þehrin bize kalmýþ buðulu hatýralarýdýr.