Şehzâde Sinbad’ın sekizinci seferi

Bir savaş yâhut genel olarak bir mücâdele incelenir ve değerlendirilirken ilk yapılacak işlerden biri, tarafların hedeflerini saptamakdır. Evet, her mücâdelede her tarafın ilk hedefi, diğer tarafın, hedefine ulaşamamasını sağlamakdır ama bunun ayrılmaz bir parçası olarak da derhâl, peki, bunun yerine ne olsun istiyorlar ve ben ne istiyorum sualleri gelir.

Bunu hâlen Türkiye’de cereyân eden politik savaşa uyguladığımız zaman, yönetimde bulunan AK Parti’nin, Türkiye’de başkanlık sistemine dayalı bir politik sistemle, geleneksel İstanbul sermâyesinden bağımsız olan veyâ nihâyet ondan bağımsızlığını kazanmış bulunan Anadolu/Rumeli sermâyesinin, dünyâya tamâmen açılmış bir tarzda Türkiye’yi (yine nihâyet!) mecâzî olarak Kalamış Körfezi’nden ve müteâkıben Marmara’dan çıkararak açık denizlere, yeni ufuklara doğru heyecanlı bir sehahate çıkarması hayâlini görebiliyoruz.

Şehzâde Sinbad’ın Sekizinci seferi...

Burada Anadolu kelimesinin bitişiğine Rumeli kelimesini laf ola beri gele kabîlinden eklemedim. Türkiye’nin yalnızca Anadolu’dan değil, aynı zamanda Rumeli’den de teşekkül etdiğini son zamanlarda adamakıllı unutur olduk ve ben bundan, beni okuyan ve okumakla anladıklarını sanan birtakım hıyarların zannınca bir “komünist” olarak fevkalâde rahatsızlık duyuyorum. Hazır acılmışken; hiç ümîdim yok ama o hıyarlar bunu anlayabilseler belki, sırf onlarla aynı zamanda aynı yerde olmamak için Atsız’ın ölüm yoldönümlerinde niçin mezarı başında görünmediğimi ve ziyâretlerimi biraz kaydırdığımı da idrâk edebilirler ama bunu anlayabilecek kapasitede olsalar zâten “ohıyarlar”dan olmayacakları için burada yine bir “Epimenides Paradoksonu” ile yüzyüzeyiz:

Bütün Giritliler yalancıdır!

Kim söylemiş?

Giritli Epimenides!

Buy’run bur’dan yakın!

Neyse...

Dedik ki, daha doğrusu ben dedim ki AK Parti’nin emeli Türkiye’yi yeniden büyük devletler statüsüne avdet ettirerek eskiden olduğu gibi yedi iqlîm dört bucakda bandıra gezdirmesini sağlamak.

Bu, “kaşarlanmış bir komünist olarak” benim de öteden beri hayâlim olduğu için ben böyle bir amacı bulunan bir partiye, şâyet aynı zamanda çoğulcu demokrasi ve dolayısıyla insan haklarına saygılı bir düzenden de yanaysa, sempatiyle bakarım.

Buna mukaabil muârızları AK Parti’nin düpedüz bir “dolandırıcılar, eyyamperestler veTürkiye düşmanları” formasyonu olduğunu iddia ediyor.

Şunu samîmiyetle belirteyim ki ben muhâlefet partilerinin AK Parti ve direkt olarak Başbakan Erdoğan hakkında telafuz etdikleri birtakım sıfatlardan onlar nâmına hicab duyar oldum. Sabah meydanlarda bilmemkaç bin kişiye karşı bunları haykırıp ikindi üzeri “o şahıs”la bilmem hangi törende sıkılmadan sırıtarak nasıl yanyana durulabileceğini benim şu odun kafam almıyor.

Öte yandan benim meselem olmadığı için kaydetmekle yetiniyorum.

Benim meselem ise şu:

Türkiye adlı “gemi”nin Kalamış Körfezi’nden çıkıp okyanuslara açılabilmek ve öbür açık deniz tekneleriyle yarışabilmek için edinmesi elzem bulunan “donanım” arasında, diğerleri meyânında, ama ilk sırada yeni ve 21. Yy. Şartlarına uygun bir anayasa geldiği ve bu şart hiç kimse tarafından îtiraz görmediği halde bunu senelerdir gerçekleştirmemenin ardında yatan, yâhut ardında yatmayıp da önünü kesen engel nedir?

Bu iş yüzde 50 küsur oyla, hattâ yüzde 58 oranında destekle de hallolunamıyorsa başka nasıl hallolunur?

Ben, efendim Başbakan’ın uçağına dâvet edilmedim, kendi paramla ve ikinci uçakla gitmek zorunda kaldım diye zırlayan “bağzı arkadaşlar”ın yerinde olsam bir ara, meselâ ertesi sabah otelde cümbür cemaat kahvaltı edilirken, o şehirde alelacele yeni alınan kravat ve çorapların renkleri birbirine uyuyor mu “sorunsalını irdelemek”den vakit bulursam bir ara bu suali de araya sıkıştırırdım ki şey olsun...

Sâhi, sekiz on TEMEL PRENSİP ihtivâ edecek ve yazılması, elde yeterinden fazla örnek bulunduğu için, yarım günü bile almayacak kısa ve özlü bir anayasa metni hazırlayıp bunu, TBMM’deki şu sandalye dağılımında bile rahatça geçirmek yerine yıllardır yorgunu yokuşa sürmek ve anlaşılan yine yüzlerce içinden çıkılmaz maddeden oluşan pehlivan tefrikası gibi bir metin hazırlamak, ki onun dahî yapılıp yapılmadığı şübheli, şeklinde tezâhür etmeye başlayan bir plandan amaç acabâ biz zavallı vatandaşları Mecnun gibi dîvâneye çevirerek vuslatın bu kez de bir başka bahâra kalması kâbûsunu bu bahtsız ve bîçâre insanlara mükerreren revâ görmek amacına mâtûf trajik stratejilerden biri olması hasebiyle mi gündeme en azından esrârengiz bir şekilde ve icbâren dâhil edilmiş meâlinde bir intibâın tahrîki husûsuna derpîş ediliyor da ondan sonra bilmem artık bu satırların muharriri tarafından tamâmen hilâf-ı hakıykat olarak mı sırtından itile kakıla sahne-i siyâsetde arz-ı endâm etmeye çanak tutulması bâbında bir hafî iştiyâkın âyîne-i kâzibinde tecellîye mahkû?

Ben bu işin peşini bırakmam, arkadaşlar!