Sinemizdeki imandan baþka hiçbir siperimiz yok bizim. Sela’larýmýz var. Amin’lerimiz var bizim. Terleyen alýnlarýmýzdaki mahçup yazgý, doðum da ölüm de Allah’tandýr der.
Cuma akþamý gün batýmý sýralarýnda baþladý mukaddes çaðrýlar. Sela’larýn birisi bitmeden diðeri baþlýyordu... Minareler, göklere açýlmýþ kollar gibi, geceyi aðartan süt ýrmaklarý gibi sela’ya durmuþlardý. Çökmekte olan akþamý dalga dalga delen aziz çaðrý...
Allahým, neydi bu! Cuma deðil, ölüm þekva deðil, namaz ezan vakti deðil, kandil arefe deðil! Bu nasýl bir Cuma idi bu nasýl bir Cuma!...
Minareler bizi, aciliyetle Hz. Peygamberimize çaðýrýyordu.
“Ey Allah’ýn Resulü, salat ve selam senin üzerine olsun! Ey Allah’ýn Habibi, salat ve selam senin üzerine olsun! Ey Allah’ýn Arþýnýn nuru, salat ve selam senin üzerine olsun!’Ey Allah’ýn mahlukatýnýn en hayýrlýsý, salat ve selam senin üzerine olsun! Öncekilerin ve sonrakilerin Efendisi, salat ve selam senin üzerine olsun! Hamd alemlerin Rabbi olan Allah mahsustur!”
Sefer görev emriydi gelen. Sela’lar ardý ardýna birer ok gibi, birer iþaret fiþeði gibi gökyüzüne salýnýrken, çoluk çocuk, yaþlý genç, kadýn erkek... Bulunduðu en yakýn Camii meydanýna doðru ilerlemeye baþladý. Kýbrýs günlerinden, karartma gecelerindeki çocukluk anýlarýmýzdan hatýrlýyorduk bu sela’larý... Bosna’dan hatýrlýyorduk, facialarla kanadýðýmýz günlerden... Dedelerimizden iþittiðimiz bir de Çanakkale seferberliði vardý. Biz elbette biliyorduk bu sela’larýn anlamýný. Bu selalar vatan, bu selalar cihad demekti.
Bu, bir Osmanlý adetiydi, Türk geleneðiydi. Çaðrýyý yapan müezzin, Hz.Peygamber’e çaðýrýrdý... Ýþitenlerse “lebbeyk” derdi derhal. “Buyur buradayým, ben geldim Ya Resulullah”...
***
Kurtuluþ Savaþýmýzýn en zorlu günlerinde bile asla bombalanmamýþ, düþman çizmesine ezdirilmemiþ Türkiye Büyük Millet Meclisimiz bombalanmýþtý. Asya ile Avrupa’larý birbirine bitiþtiren Ýstanbul köprüleri esir alýnmýþtý. Zehirli dalýþlarýyla sivil ve masum halkýn üzerine ateþ salan teyyareler, birer ölüm makinasý gibiydi... Çok savaþ görmüþ, kahpeliðin binbir türlüsüne göðüs germiþ, nice alçaklara haddini bildirmiþ bu aziz millet. Kendi evinde, kendi yurdunda, kendi baðýnda bahçesinde vuruluyordu, çocuk, kadýn, hasta, ihtiyar denmeden...
Kýbrýs’taki caniydi, Bosna’daki Sýrp, Çanakkale’deki gavur... Peki bu seferki kimdi?
Minareler bizi Hz. Peygambere çaðýrýrken... Bu gözleri dönmüþ caniler, hangi þeytanýn bayraktarý, hangi hainin uþaðý, hangi uðursuzun celladýydý... Utanmadan Mehmetçiðin nöbet giysilerine sokulmuþ, “asker” kýlýðýna yanaþmýþ, gözü dönmüþ münafýklar, irade-i milliyeye çökmeye kalkýþýyordu Cuma akþamý. “Kalkýþma” veya “Darbe” deðildi baþýmýza gelen... Apaçýk. Pervasýzca. Bir SAVAÞ ile karþý karþýyaydýk hepimiz .
Alacakaranlýkta köylerinden yürüyerek sökün edenlerin arasýndaydým. Lohusasý kalkmamýþ taze anneler kýrký çýkmamýþ bebekleriyle koþup gelmiþlerdi. Aðzýnýn orucunu açmaya fýrsat bile bulamamýþ ihtiyar ninelerin birer mavzer gibi parlayan gözlerindeydi kaderimiz. “Tayyip sað olsun da açarýz hele orucumuzu” diyen Nebiye Nine, Kocaali Merkez Camii meydanýnda sabaha doðru içtiði bir bardak suyla ikinci güne niyetlendi. Kýnasýný, düðününü iþittiði sela’larla ertelemiþ yeni gelinlerin arasýndaydým. Türkan Acar, o kalabalýðýn içinde öðrencilerini velilerini arayýp buluyordu. Hafýzlýk çalýþan oðlanlar, kimi Ankebut’ta, kimi Enfal’de, Mushaflarý kalplerinde saklý, oradaydýlar... Millet için, Ümmet için, Vatan için, Memleket için...
Sanki göklerden inmiþ yýldýzlar gibiydiler... Geldiler, yürüdüler, saðlamca durdular. Ýman dolu sinelerinden baþka siper edecekleri hiçbir þeyleri yoktu yeryüzünde. “Sine-i Millet” dersi nedir verdiler melu’unlara... Biz buradayýz. Peki siz neredesiniz ve kimin yanýnda...