Þemsi Paþa Camii'ni öldürmeyin olmaz mý?

Çok insan anlayamaz eski mûsýkîmizden

Ve ondan anlamayan bir þey anlamaz bizden.”

Eðer Yahya Kemal’e ait bu mýsralar bizi anlatýyorsa, ya biz biz deðiliz artýk, ya da öyle bir çaðdayýz ki kimseyi anlamaya ihtiyacýmýz kalmamýþ...

Ünlü kemençe virtüözü Üstad Ýhsan Özgen beyfendiyi Hakkýn rahmetine uðurladýk. Benim liseli günlerimde, tanburi Necdet Yaþar, kemençevi Ýhsan Özgen, neyzen Niyazi Sayýn ve davudi sesiyle Bekir Sýtký Sezgin beyfendiler, ‘’Ýstanbul’un Sesleri’’ydiler... Allah rahmet eylesin, üçü ebediyete geçtiler, Allah Üstad Niyazi Sayýn’a güzel ömürler versin. Bu musýki üstadlarýný ve eski musýkimizi – aslýnda kendi sesimizi- biz kýz lisesi öðrencilerine sevdiren ise edebiyat öðretmenimiz Ayla Aðabegüm’dü... Ýstanbul’un sesi deyince, neyi anlarsýnýz diye sormuþtu bir dersimizde, ders neredeyse yarým dönem sürmüþtü, þiirleriyle, tiyatrosuyla, radyosuyla, müziðiyle Ýstanbul... Düþünüyorum da; bir lise öðretmeni için öðrencilerine o yýllarda klasik Türk müziðini sevdirmek ne kadar da zor bir iþti... Çünkü radyoda, televizyonda revaçta olan Batý müziðiydi, liselerimizde verilen müzik eðitimi de Batý müziðiydi, batý müziðinden baþka seçeneðimiz yoktu neredeyse...

O günlerde, Peyami Safa’nýn Fatih-Harbiye’sindeki gençler gibiydik ve biz hep Harbiye’de otururduk, yeniydik, Batýdan yanaydýk. Ýþte Ayla Haným’ýn bizi çekerek sürüklediði mahallede yani Fatih’te otururdu bu eski müzik... Dede Efendiler, Tabi Mustafa Efendiler, Itriler, Cemil Bey’ler... Bu seslerin, bizi biz eden seslerin taþýyýcýsýydý dördü de: Necdet Yaþar, Ýhsan Özgen, Niyazi Sayýn, Bekir Sýtlý Sezgin...

Müziðin hiç bir kelime veya harfe ihtiyacý olmadan, kütlesiz, cisimsiz bir halde, bizi sarýp sarmalamasýna, zihnimizin yapý taþlarýna þiirsel dizinler yerleþtirmesine, ruhumuzu sýnýr tanýmayan yolculuklara çýkartabilecek kadar davetkar oluþuna, sevdiðimizde hemen ezberleyerek içimizden asla çýkaramayýþýmýza, halden hale geçiþlerimizde hep içimizde yankýlanageliþine, her þarkýnýn asla hiç kimseninkine benzemeyen þekliyle ruhumuza has kiþisel armonilerle söyleniþine, meleklerin zikrinden, kuþa seslerine, gök gürültüsünden, aðaçlarýn hýþýrtýsýna kadar nice sesin o muazzam musýkinin bir parçasý oluþuna ve bizi de bir anne gibi kanadý altýna alýþýna... Selam olsun...

***

Rahmetli anneannem Zeynep Haným 1903 Ýstanbul doðumluydu. Bizim þimdilerde Þemsi Paþa Camii dediðimiz camiye o ‘’Kuþkonmaz Camii’’ derdi... Mimar Sinan’ýn bir mikro selatin cami özeniyle, dikkat ve rikkatle inþa ettiði, nazenin ve kendine has üslubuyla dikkat çekicidir. Küçücük bir saraycýk gibidir. Üsküdar’ýn elmas küpesidir. Neþeli küçük çocuðudur.

Çocukluðumuzda, her bir yandan esen rüzgara açýk konumuyla ne zaman dikkat kesilip izlesek, hakikaten tek kuþ konamazdý bu camiye, ama kedisi çok olurdu... Caminin müþtemilatýndan olan kütüphanede kitap okuyup, ödev yapardýk. O vakitler ihtiþamlý ve ihtiþamlý olduðu kadar da hýrpani görünüþüyle ‘’Tütün Rejisi’’ ve hemen yanýndan baþlayan tekne yapým tezgahlarý, balýkçý barýnaklarý, hemen denizin çýrpýntýsýndaysa Þemsi Paþa Camii vardý... Ve caminin ön yüzüne deniz çarpardý. Anneannemden iþittiðime göre, sandallar camiye yanaþýrmýþ eskiden, caminin denize açýlan kapýsýndan içeri girilirmiþ. 80’lerin ortasýna kadar caminin deniz tarafýndan geçmek beceri isterdi, zira daracýk ve yosun tutmuþ, yaklaþýk 50 cm civarýndaki taþ çýkýntýlardan geçerken deniz, ayakkabýlarýmýza kadar çýkardý, biraz dalga olduðunda geçemezdiniz zaten... Maceralý olduðu için biz deniz tarafýndan geçmeyi çok severdik...

Þemsi Paþa Camii’nin önündeki denizi diyorum, lütfen, öldürmeyin olmaz mý?