Yahyâ Kemâl, doðduðu þehir olan Üsküb için yazdýðý ‘Kaybolan Þehir’ isimli þiirinde, kalbinin bütün acýlarýný, hicranlý duygularýný mýsralara yüklemiþtir:
‘(…)
Kalbimde bir hayâli kalýp kaybolan þehir!
Ayrýlmanýn býraktýðý hicran derindedir!
Çok sürse ayrýlýk, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene..’
Ayasofya için Müslüman coðrafyalarýnýn her bir tarafýndaki çeþitli dillerde hazýrlanmýþ müzik parçalarýndan birinde, ‘Sen bizde olmasan da biz ezelden beri sendeydik..’ gibi bir cümle de vardý.. Ýlk planda abartýlý gibiydi. Ama, tam da bizim Ayasofya konusundaki yazýlarýmýzda anlatmaya çalýþtýðýmýz mânâyý yansýtýyordu.
Çünkü, biz, bütün ‘Enbiyaullah’ýn/ Ýlâhî peygamberlerin elinden sunulan ‘vahy-i ilahî’lerin gereðince tesis edilmiþ olan mâbedlerin herbirisini, Tevhîd dininin, ‘Lâilâheillallah’ dâvasýnýn mâbedi olarak biliyoruz. Ama, onlarýn pekçoðu, zamanla ve çeþitli saiklerle aslî tesis gayelerinden de, ibadet muhteva ve þekillerinden de uzaklaþtýrýlmýþtýr.
Nitekim, bunun en çarpýcý örneði Kâbe idi. Ýlk tesisi hakkýnda farklý rivayetler olsa bile, Hz. Ýbrahîm’in mâbedi olduðu bilinen Kâbe, daha sonraki asýrlarda putlarla doldurulmuþ iken, Müslümanlarýn Mekke’yi fethetmesinden sonra, Hz. Peygamber (S), bu mâbedi putlardan temizleyip aslî gayesinin hizmetine iade etmiþti.
Tarihte bazý mâbedler ve hattâ bazý mekânlar vardýr ki, bunlar, sadece yapýldýklarý yer veya yapýmýnda kullanýlan taþ- tuðla, tahta ve aðaçtan ibaret olmayýp; bunlarýn çok ötesinde özel mânâlar taþýrlar. Bu gibi mekânlar toplumlarýn ‘bam teli’ mesâbesindedirler. Kudüs’de, Mescid-i Aqsâ’nýn hemen yaný baþýndaki Hz. Süleyman Mâbedi’nden kalan ve ‘Aðlama Duvarý’ olarak bilinen kalýntý, yahudîler için kutsaldýr ve iki bin yýl öncelerde Kral Nabukudnazar tarafýndan Babilonya’dan tehcir ediliþlerinin, kaçýþlarýnýn asýrlar boyu süren bütün acýlarýný da o duvarda müþahhastýrýrlar.
Kezâ, Hristiyanlar da, Hz. Îsâ’dan kalan her ne varsa, onlara, ayrý bir manevî deðer verirler. Kudüs (Jerusalem)’deki Milâd (Doðuþ) Kilisesi, (Hz. Îsâ’nýn o mâbedde doðduðu inancýyla) Hristiyanlar için o kadar kutsaldýr ki, o mâbedin kapýsýnýn anahtarlarýnýn kimde olmasý gerektiði üzerine, Katolik ve Ortodoks Hristiyanlar anlaþamadýklarýndan, bu iþ asýrlardýr Müslümanlara býrakýlmýþtýr.
Ayný þekilde, Müslümanlar için de, Mekke’deki Kâbe-i Muazzama, Medine’deki Mescid-i Nebevî ve Kudüs’deki Mescid-i Aqsâ kutsaldýr.
Bu kutsal bilme durumunu diðer dinlerde ve hattâ ideolojilerde ve siyasî cereyanlarda da görürüz. Söz gelimi Hindular ve Budistler de korunmasý uðrunda savaþlar verdikleri mâbedlere sahibdirler.
Ayný þekilde, Almanya- Köln’de, yapýmýna 1200 yýllarýnda baþlanýp, ancak 600 yýlý aþkýn bir sürede tamamlanabilen büyük katedral’in 1840’da ibadete açýlmasý, özellikle Fransa’ya karþý nasyonalist duygularýn ‘gövde gösterisi’ne dönüþtüðü büyük bir sosyal hadiseydi.
Bu örnekler çoðaltýlabilir.
Nitekim, ‘Her türlü kutsal fikrine karþý çýkmak’ iddiasýyla yola çýkan ve mezar- türbe ziyaretlerini ilkellik olarak görüp aþaðýlayan ‘laikler’in, sonunda, nereleri, nasýl kutsadýðý ve en yüksek makamlardaki kiþilerin gidip bir ölüye hesap ve tekmil verircesine yazdýklarý- söyledikleri de bir diðer traji-komik örnektir.
Bütün bunlar, insanoðlu’nun bir kutsala olan ihtiyacýnýn vazgeçilemezliðini gösterir. Hiçbir kutsala inanmayan kiþi de kendi nefsini kutsallaþtýrýr ve putlaþtýrýr. Hattâ, kendilerine üstünlük atfedilen bazý kimselerin mezarlarý veya evleri bile ayrý bir önemi haiz olup, bazý kitlelerce kutsanýr.
Asýrlar boyunca, kendisine hâkim olan her dünya görüþünün sembolü olan Ayasofya, üzerindeki 86 yýllýk laik-materyalist tasallutun soylu bir mu’min sahiblenmesi sonunda kýrýlmasýyla, bugün Tevhîd dininin mâbedliði statüsüne iade ve Ýslâm Milleti’nin uyanýk bekçiliðine emanet edilmektedir.
Biz ki, zâten ondaydýk; ama, o bizde deðildi.
Onun bize kavuþmasý ve bizim bundan sonraki daha da aðýr sorumluluk þuûrumuz kutlu olsun.
Bir yazar ve bir fikir ve eylem adamý ve yeni nesilleri, bir kuyumcu hassasiyetiyle iþlemeye çalýþan bir muallim..
Amasya’nýn Taþova ilçesinden çýkýp, nice yoksulluklar içinde kendisini yetiþtirmiþ ve imanýnýn heyecanýný da bilgisinden geride tutmamýþ bir dâvâ adamý ; dünyada olan her þeyi kendi inancýnýn ölçülerine göre deðerlendirmek titizliðine sahip ‘münevver bir müslüman’ ve bir gönül eri idi.
45 yaþýnda dünyamýzdan ayrýldý. Ölüm her yaþta ve tam zamanýnda gelir. Onun sevdiði deyiþle, ‘Göçtü kervan, kalmak yok..’
Âsým Gültekin kardeþime, ebediyet âlemine doðru çýktýðý bu yolculukta Allah’u Teâlâ’dan hayýrlar, rahmetler diliyorum; geride býraktýklarýna da sabýrlar..