Sen de azıcık huzur versen olmaz mı?

Doğan Medya Grubu’nda yazan refikimiz Mehmet Yakup Yılmaz, teklifsiz bir samimiyetle kaleme aldığı yazısında, “sen” diye hitap ettiği Başbakan’a dalmış yine...

Dalar.

Mehmet Yakup Yılmaz’ın başat konusudur Erdoğan.

Başkası gelmez elinden.

Fakiri “hep kişiler üzerinden yazıyorsun” diye eleştirenler, “kişiler üzerinden yazmak” nasıl oluyormuş, dönüp Mehmet Yakup’a baksınlar. Buradaki “kişi”nin Başbakan olması yahut devlet otoritesini temsil etmesi bir şeyi değiştirmiyor...

Mehmet Yakup’unki eleştiriyi geçti, “takıntı”ya dönüştü çünkü...

Denilebilirse, “medyanın en takıntılı kalemleri”, Doğan Medya Grubu tarafından istihdam ediliyor.

Konumuz, Yakup’un Başbakan’a yönelttiği eleştiriler değil elbette...

Eleştirebilir.

Eleştirmelidir de...

Fakat eleştirmek için aradığı/yarattığı “fırsatlar”, acıklı bir duruma düşürüyor yazarımızı.

Bu kez şuna takmış Yakup’muz:

Başbakan, her iftar sonrasında konuşma yapıyormuş... Huzur içinde oruçlarını açıp dualarını eden insanlara verdiği mesajların ne bu ayın anlamıyla, ne de oruç ibadetinin gerekleriyle ilgisi varmış... Bu konuşmalar, ayrıca, kişiler arasında nefret ve düşmanlık oluşturuyormuş...

Başbakan’ın “bu ayın anlamı ve oruç ibadetinin gerekleriyle” ilgili konuşma yaptığını düşünelim... İlk karşı çıkacak kişi Mehmet Yakup olurdu herhalde... “Laiklik” diye kafa ütüleyip dururdu...

Geçelim...

Bu konuşmaların “kişiler arasında nefret ve düşmanlık yarattığı” iddiasında bulunabilmek için de, herhalde “nefret” ve “düşmanlık” duygularından sıyrılmış olmak gerekiyor.

Bakıyoruz Yakup’a ve hayal kırıklığına uğruyoruz...

Hep nefret...

Hep düşmanlık...

Hep önyargı...

Neredeyse kaleminden kan damlıyor ve kendisine benzemeyene reva gördüğü tek muamele, sofistike bir dille aşağılamak... Mehmet Yakup’un eleştirilerine hedef olmuş kişilere baktığımızda “geri, yoz ve ilkel varlıklar” görüyoruz ve hiç şaşırmıyoruz.

Dolayısıyla bunu da geçelim...

Mehmet Yakup Yılmaz, kısaca “Başbakan hiç konuşmasın” demeye getirdiği yazısını şu enfes final cümleleriyle bağlamış: “Bir işe yaramayacağını biliyorum ama yine de söyleyeyim. Bari bu ramazan ayında insanlara biraz huzur ver, ne söyleyeceksen içinde tut, bayramdan sonra söyle...”

Ben de işe yaramayacağını biliyorum ama yine de söylemek istiyorum.

Sen de biraz huzur ver Yakup...

Her gün üç adet yazı yazıyorsun...

Üçü de “çaktı” yazısı...

Bir ayda 90, bir yılda 1080 yazı eder...

Her yıl 1080 kere Erdoğan’a, partisine, hükümetine, seçmenlerine, taraftarlarına, yandaşlarına çakıyorsun.

Hürriyet’teki yazarlık hayatının 10 yıl olduğunu düşünürsek, son 10 yıl içinde 10800 (yazıyla on bin sekiz yüz) adet yazı yazmışsın; sırasıyla Erdoğan’a, partisine, hükümetine, seçmenlerine, taraftarlarına, yandaşlarına çakıp durmuşsun.

Bu ne enerji?

Bu ne istikrar?

Hatta bu ne öfke?

Hem, değişik bir konun yok mu senin hemşerim?

Her gün “bunlar geri, bunlar yoz, bunlar ilkel, bunlar demokrat değil, bunlar kin ve nefret tohumları ekiyor, bunlar kayırmacılık yapıyor, bunlar memleketi batırıyor, bunlar ekonomiyi kötüye götürüyor, bunlar şeriat devleti kuracak, bunlar kötü insanlar” diye yazmaktan bıkmadın mı?

Hadi “takıntılı”sın ve şifa dilemekten başka bir şey gelmez elimizden.

Müşteriye de mi saygın yok senin?

Biraz huzur versen...

Bir süreliğine de olsa “fikirlerinden” mahrum bıraksan onları...

Olmaz mı?