Sen intihar et Yakup

Hep böyle yapıyorlardı... Toplumun bir kesimini aşağılamayı kendileri açısından doğal hak sayıyorlardı. Onları zararlı, gelişmemiş, “topyekün seferberlikle yok edilmesi gerekli varlıklar” olarak görüyorlardı.

Gazetecilikten anladıkları buydu.

Ve kendi ürettikleri haberlerle, çoğu zaman fındık kabuğunu doldurmayacak bir meseleyi bahane ederek, topluma karşı “psikolojik savaş” yürütüyorlardı.

Yaptıkları haberler, aynı zamanda “jurnal” yerine geçiyordu.

Paşa görsün de kızsın...

Olmadı muhtıra versin. Olmadı darbe yapsın.

Darbe iklimini de böyle oluşturuyorlardı.

Bu tür “gazeteciliğin” tarih olduğunu sanıyorduk. En azından, 28 Şubat sürecindeki üstün performanslarını hatırlayıp, utanma cihetine giderler diye düşünüyorduk.

Hayır, değişmiyor.

Değişmeyecekler.

Fırsatını bulduklarında kafa çıkaracaklar.

Nitekim öyle yaptılar... “Başörtülü pengueni” gerekçe göstererek, birbirinden eşsiz irtica yazıları yazdılar... “Biz buradayız. Ölmedik. Ölmeyeceğiz” mesajı verdiler.

Siz buradasınız, ölmediniz, ölmeyeceksiniz, ilelebet yaşayacaksınız da, insanın biraz yüzü kızarır yahu...

Bakın, “özür” beklediğimiz Mehmet Yakup Yılmaz ne yazmış?

“TİMAŞ’ın açıklamasına göre Paytak Penguenler ile Tanışalım isimli kitaptaki anne penguen illüstrasyonuna başörtüsü eklenmemiş, bu kitabın orijinalinde de böyle imiş. Dün bununla ilgili bir yorum yazmıştım. Yazımın ana fikri bu açıklamayla değişmiyor, başörtülü penguen yerine namaz kılan örümcek adam kelimelerini koyarak da okuyabilirsiniz.”

Gördüğünüz gibi, en ufak bir nedamet, en ufak bir üzüntü yok.

Mühim olan yazının ana fikri imiş.

Başörtülü penguen yerine, namaz kılan örümcek adam da koyabilirmişiz.

Peki, o halde yazının ana fikrine bakalım:

Mehmet Yakup Yılmaz’a göre, böyle bir kitabın yayınlanması toplum mühendisliğinden başka bir şey değilmiş. Amaç, sistematik beyin yıkama yöntemleri kullanarak muhafazakar bir toplum yaratmakmış.

Kitapta bir taşla üç kuş vuruluyormuş.

BİRİNCİ KUŞ: “Dişi penguen bile türban takıyorsa, insanlar için de normali budur” fikrini daha beş yaşındayken çocukların beynine sokmak.

İKİNCİ KUŞ: Toplumsal yaşam içinde kadının yer almasını, belli örtünme koşullarına uyması şartına bağlamayı normalleştirmek.

ÜÇÜNCÜ KUŞ: Toplumsal işbölümünde kadının yerinin evi olduğunu daha beş yaşındayken belletmek.

Mehmet Yakup Yılmaz, bu müthiş ana fikri, Başbakan Erdoğan’dan yaptığı bir alıntıyla daha da zenginleştiriyor.

Demiş ki Başbakan, “Bu yıl 647 bin yavrumuz seçmeli Kuran-ı Kerim’e müracaat etti. Aynı zamanda Siyer-i Nebi dersimiz var. Peygamberimizin hayatı... 270 bin yavrumuz da bu derse müracaat etti.”

Şimdi benden, üç madde halinde özetlenen bu değerli ana fikre karşı çıkmamı bekliyorsunuz.

Diyecek bir şey bulamıyorum.

Çünkü Mehmet Yakup Yılmaz kafasına göre “din terakkiye manidir” ve muhafazakâr toplumların bilimde, sanayide, teknolojide ilerleme kaydettikleri görülmemiştir.

On dokuzuncu yüzyılda yaşıyor olsaydık, bir şeyler söylerdim.

Mehmet Yakup Yılmaz’ın tarihe geç uyanmasının ceremesini ben mi çekeceğim.

Bir şey söylemiyorum ama şunu sormadan da geçemiyorum.

Muhafazakar toplum yaratmak isteyenlere şarlıyorsun, mangalda kül bırakmıyorsun, aferin iyi ediyorsun da, bu eşsiz demokrat duruşunu “asker sopasıyla batılı laik toplum” yaratmak isteyenlere karşı neden sergileyemiyorsun?

HAMİŞ:

Ben Mehmet Yakup Yılmaz’ın yerinde olsaydım, TİMAŞ’ın yaptığı açıklamadan sonra, refikim Mehmet Tezkan’la elele tutuşur, kendimi denize atardım.