Sen mazursun artık... İstediğini yazabilirsin!

Dün birazcık yüklendim ama hakkını da teslim etmek gerekir. Eleştiri kalemlerine AB’yle ilişkileri de dahil eden ve “AB unutuldu, eksenimiz kaydı” şeklinde kıvamlı yazılar yazan “takıntılı” başyazarın, Fatih Çekirge’nin dünkü yazısını okumasında yarar var.

Hakkaniyetli bir yazı yazmış Çekirge.

Diyor ki özetle:

Dördüncü yargı paketi AB şart koştuğu için gündeme geldi. Bakan Egemen Bağış, Atina’dan Malta’ya, Madrid’den Berlin’e aylardır mekik dokuyor, ilişkileri canlandırmak için her fırsatı değerlendiriyor.

Kıbrıs Rum kesiminin dönem başkanlığında ilişkilerin tamamen donduğunu biliyorsunuz.

Daha doğrusu, “durumdan vazife çıkarmaya” meyyal dönem başkanlığı, mevcut yetkilerini kullanarak, Türkiye’yi AB perspektifinden uzaklaştırmak için, elinden gelen her melaneti sergiliyor. Komisyonlarda ve toplantılarda sürekli mızıkçılık yapıyor, sürekli engelleyici rol oynuyor.

Dönem başkanlığı 1 Ocak itibariyle İrlanda’ya geçecek.

İlişkiler tekrar başlayacak.

Fakat, “takıntılı” başyazarın görmediği, görmek istemediği bir gerçek var.

Bugüne kadar, Türkiye’ye verilmiş hiçbir söz tutulmadı.

Bitmiş fasılların icbar ettiği yükümlülüklerin gereği yerine getirilmedi.

Bir-iki demeç, “Türkiye büyük ülkedir, potansiyeli yüksektir” şeklinde birtakım oyalayıcı laflar, birtakım şirinlik gösterileri... Bu kadar.

Daha vahimi şu:

Son 5 dönemdir bir tek “fasıl” açamadık. Maraza çıkaran ülke sadece Kıbrıs Rum kesimi değil sizin anlayacağınız. Almanya’sından Fransa’sına, İngiltere’sinden Belçika’sına, neredeyse bütün partnerlerimiz, görüşmelerin tıkanması için her türlü hokkabazlığı sergiliyor.

Bitti mi?

Biter mi hiç?

Diyelim ki bütün fasıllar açıldı, görüşmeler başarıyla tamamlandı ve “tam üyelik” sürecine girildi.

Bu kez “referandum seçeneği” devreye sokulacak.

Birlik ülkeleri kendi halklarına soracaklar, “Türkiye’yi istiyor musunuz, istemiyor musunuz?”

Bir tek ülkenin “istememesi” halinde, Avrupa’nın kapıları Türkiye’ye ilelebet kapanacak.

Ezkaza üye olsak bile, “serbest dolaşım” hakkımız bulunmayacak ve aşağılamalardan aşağılama beğenmek zorunda kalacağız.

Madem bazı takıntılı arkadaşlarımız, sırf kıllık olsun diye, “eksenimiz kaydı, AB perspektifi boşlandı” edebiyatına başladılar, duruma baksınlar da öyle konuşsunlar.

Bir eksen kayması var. Doğru...

Kimin ekseninin kaydığını, mızıkçılığı hangi tarafın yaptığını takdirlerinize ve vicdanlarınıza bırakıyorum.

Hayır, sözüm “takıntılı” arkadaşa değil.

Son zamanlarda yazdıklarıyla bir tür “masuniyet” elde etti.

İstediğini yazar, istediğini düşünür, istediğine küfreder.

Mazurdur artık.

Hasan abi alınmış

Mesleğimizin duayen kalemi Hasan Cemal, “sertleşme” polemiğinde ismini geçirdiğim için alınmış. Açıkça söylemiyor ama Ertuğrul Ökök’le aynı kaba konulmaktan rahatsız olmuş galiba.

Hasan abi’yi severim. İncinmesini istemem.

Kiminle yan yana görünmek ister, kiminle anılmaktan rahatsız olur bilemem ama onu Ertuğrul Özkök’le aynı kaba koyan ben değilim.

Bunun sorumlusu, yine Özkök’ün kendisi...

Dere kenarında oturmaktan sıkılan kankam, bence kendi faraziyelerine ve fantezilerine (“meşrulaştırıcı” unsur olarak) Hasan Cemal’i ortak etmeye ve bir tür “kab kardeşliği” oluşturmaya çalışıyor.

Mezkûr yazımda, “Aman Hasan abi!” demeye çalıştım. Hepsi bu.

Olmadıysa, “olmadı” desin.

İşin ilginç tarafı şu:

Kendisiyle aynı kaba girmek istemem (Allah korusun) ama Ertuğrul Özkök’ü de severim... Muhabbetine ve toleransına bayılırım... Kamuoyunun bilmediği pek çok “hassa”ya sahiptir.