Sen ne zaman anti-Kemalist oldun? Biz niye duymadık?

Ne yani, Memduh Bayraktaroğlu“haftanın kaybedeni” ilan edecek diye, bu yazıyı yazmayacak mıyım?

Konu Hasan Cemal...

Mecburen Hasan Cemal... Çünkü, sağlam argüman bulamadığında retorikle devam eden ve “takıntılarına” kılıf bulmaya çalışan ağabeyimiz saçmalamaya devam ediyor. Hem de, örtük cümlelerle hakkındaki eleştirilerimi cevaplıyor.

Sondan başlayalım:

Buyuruyor ki (özetle) muhterem: “Bazıları (bu bazıları arasında bu satırların yazarı da var) sadece Kemalizm eleştirisiyle demokrat olunamayacağını anlamalılar...”

Doğru...

Sadece Kemalizm eleştirisiyle demokrat olunamayacağı gibi, Kemalizm’e hiç toz kondurmadan da demokrat olunmuyor.

Biz bugüne kadar kendisinden sağlam bir Kemalizm eleştirisi duymadık, okumadık, bilmiyoruz. Bilenleri de bilmiyoruz...

Hasan Cemal, Kemalizm adına kalkışılan “darbelerin” ya içinde yer aldı, ya da savunuculuğunu yaptı. (Bkz. 27 Mayıs, 9 Mart, 12 Mart ve 28 Şubat... 12 Eylül’e başlangıçta sıcak bakıyordu ama “darbenin yönü” hoşuna gitmeyince pozisyon değiştirdi.)

Kemalizm’le de bir alıp veremediği olmadı.

Pozisyonunun savunulamaz olduğunu gördüğünde/hissettiğinde darbe düşüncesiyle arasına mesafe koydu (9 Mart ve 28 Şubat’ta olduğu gibi), inandırıcılık sağlayamasa da “anti-militaristmiş gibi” yapmaya çalıştı ama milli darbe ideolojimiz olan Kemalizm’e de hiç toz kondurmadı.

Kemalizm adına iş yapmaya çalışanların beceriksizliğini, basiretsizliği, işi yüzlerine gözlerine bulaştırmış olmalarını yazmak “Kemalizm eleştirisi” değildir; “Kemalist eleştirisi”dir.

Kaldı ki, sivil olmadan solcu olunamıyor, demokrat olunamıyor, liberal olunamıyor, anti-Kemalist olunamıyor, anti-militarist olunamıyor.

Hasan Cemal, sivil olmadan, bunların hepsini oldu. Bu bakımdan türünün ilk örneğidir.

Devam ediyor:

Erdoğan’ı eleştirenler ve Mursi’nin hatalarını yazanlar “Padişahım çok yaşa”cılar tarafından hemen “darbeci, komplocu, Gezici, Esadcı, Basçı” diye susturuluyormuş.

Hasan abi burada bana laf sokuyor.

Eleştirilerinde (isyanında) ne kadar haklı olduğunu kanıtlamak için de Taha Akyol’un tanıklığına başvuruyor.

Diyesi imiş ki Taha Bey, “Türkiye’de AK Parti, Mısır’da İhvan daha sert bir İslami çizgiye savrulur mu ya da savruluyor mu? Bu, üzerinde durulması gereken bir konudur. On yıl önce ‘Milli Görüş gömleğini çıkardık’ diyen, Kahire konuşmasında Mısır’a laiklik tavsiye eden Erdoğan... Partisi için Müslüman demokrat kavramını bile reddedip muhafazakâr demokrat kavramını seçen Erdoğan ve tabii bütün AK Parti yöneticileri bu konuyu çok iyi düşünmeliler. Elbette dindar bir Türk için Müslüman Kardeşler olayının duygusal yönü vardır, daha bir duygulu bakılması tabiidir. Fakat AKP İhvan arasında ideolojik paralellik görüntüsü dünyada bir yerleşirse, bugünkü heyecan fırtınası geçtikten sonra, bu görüntüyü gidermek için iktidar çok çabalamak zorunda kalır.”

Bunları Taha Akyol yazıyormuş, bir şey olmuyormuş ama kendisi yazınca hemen “darbeci, Sisi’ci, komplocu” ilan ediliyormuş.

İyi de birader, İhvan’ın nasıl algılandığını yazmak başka, Mısır üzerinden Gezicilere selam göndermek ve “Mursi’m sana söylüyorum, Erdoğan’ım sen anla” demek başka.

Sen “Bu Erdoğan var ya... Sizi satacak!” diye dağ bayır dolaşıp Kürt ayartmaya kalkarsan ve “çözüm süreci” aleyhinde çalışırsan, “komplocu” derler.

Darbe hakkında iki satır yazmaz da, sürekli “Mursi’nin hatalarını” tekrarlarsan, “darbeci” derler.

Holding destekli zengin kalkışmasına bakıp erken “devrim” rüyaları görürsen, “Gezici” derler.

Bunların hangisini Taha Bey yaptı?

Kaldı ki, Taha Bey, “İhvan” geleneğiyle Türkiye’deki siyasal İslamcılık arasında benzerlik, özdeşlik ya da paralellik kurmuyor. Bilakis bu paralelliğin kurulamayacağını söylüyor. Sadece, Batı dünyasında oluşabilecek bir algıya dikkat çekiyor.

Böyle bir algı oluşuyorsa, kabahati sadece Erdoğan’da değil, bu algıyı oluşturmaya çalışanlarda da aramak gerekir.

Hasan Cemal kendi yazdıklarına baksın.

Bütün çabası, bu “algı”nın güçlenmesini (yaygınlaşmasını) sağlamak değilse, ne?