Sen sansürü babana sor yavrum!

Mekânı cennet olsun, Ayşe Şasa hanımefendiyle (sevgili Ayşe Abla’yla) ilk Marmara buluşmamızda, Yeşilçam’daki “sansür” uygulamasını konuşmuştuk. 

Bir hacetim vardı: O sıralarda henüz faaliyete başlamış bir özel televizyon kanalında, “sanat ve sansür” konulu bir panele katılacaktım.

Salih Tuna, “Bu konuda esaslı bilgi ve hikâye Ayşe Abla’da var, onunla görüş” diye adres göstermişti.

Ben de, naçar, Ayşe Abla’yı arayarak yardımını rica etmiştim.

O gün öyle sansür örnekleri anlatmıştı ki Ayşe Abla... Birçoğu rahmetli Bülent Oran ağabeyin başından geçmiş... Not etmediğime hayıflanıyorum şimdi... “Çekim senaryosu” ve “sansür senaryosu” diye iki farklı tekst hazırlandığını da o gün öğrenmiştim. (Bu olaylar Abdülhamit döneminde yaşanmıyor... Laik ve Kemalist Türkiye’niz 12 yıl önce bu durumdaydı.)

Söz konusu panelde Ayşe Abla’dan duyduklarımı aktardım, “sanat sansür kabul etmez” türünden genel geçer laflar ettim, o sıralarda belli medya grupları tarafından linç edilen “Bize Nasıl Kıydınız” filmine ve filmin senaristi Salih Tuna’ya sahip çıkmaya çalıştım... (Hazindir: Sanatın sansür kaldırmayacağını söyleyen konuşmacılar, o gün, Genelkurmay Başkanlığı’nın direktifiyle hedefe konulmuş “Bize Nasıl Kıydınız” filminin yasaklanmasını, yönetmen Metin Çamurcu’yla senarist Salih Tuna’nın hapsedilmesini istediler.)

Panelde, ayrıca, farklılıkları “savaş nedeni” sayanların oluşturduğu atmosferin bir tür dolaylı sansür olduğunu anlatmıştım.

Selda Bağcan, Atıf Yılmaz ve Behiç Ak söylediklerime hak verdiler...

Zeliha Berksoy ve Hüsamettin Koçan adlı güzel sanatlar profesörü ise direkt saldırıya geçtiler.

Berksoy, filmin yasaklanmasını yeterli bulmuyordu...

Emine Şenlikoğlu’nun elinden kalemi alınmalıydı.

Moderatör Rüstem Batum’un engelleme girişimlerine rağmen sorabildim: “Neden? Neden Emine Şenlikoğlu’nun elinden kalemi alınmalı?”

Neden mi?

Çünkü Emine Şenlikoğlu’nn eğitimi yetersizmiş, okul okumamış, bir diploması bile yokmuş...

Peki, Yaşar Kemal? Yaşar Kemal hangi tedrisattan geçmişti? Hangi diplomaları edinmişti? Onun da kalemi elinden alınmalı mıydı?

Bu soruya Berksoy’un, “O başka...” gibilerden bir cevap verdiğini hatırlıyorum.

Hazindir: “Sanat ve Sansür” konusunu konuştuğumuz (bant çekimi) program, yayınlandığında kuşa dönmüştü. Rüstem Batum, ya da yönetmen, ya da program koordinatörü, her kimse artık, Zeliha Berksoy’la dalaşmalarımızı sansürlemişti.

Sözü, Antalya Altın Portakal Festivali’ndeki “sansür” tartışmasına getirmek istediğim anlaşılmıştır...

Kaç gündür, yayın mecralarında, “aşağılık sansür” konusu işleniyor.

Bir yönetmen, Gezi olaylarının belgeselini yapmış. Yaratıcı duvar sloganlarının da yer aldığı belgeselde “O... Ç... T...” diye bir ibare göze çarpıyormuş. (Esprili “y kuşağı”nın “O... Ç... T...” buluşuna, “Geber Tayyip” sloganlarının eşlik ettiğini hatırlıyorsunuz. Bu kuşak üçüncü köprüye de bir isim takmıştı, bütün Türkiye’nin üstünden geçmesi temennisiyle... Gerçekten de çok yaratıcı bir kuşak!) Yönetmen kızımız, daha önce katıldığı festivallerde, bu küfürlü sloganı ketmetmiş, yani sansürlemiş. Çünkü sıkıntı olurmuş. Ayıp da olurmuş... Küfre maruz kalan kişi, muarız da olsa, sonuçta bu ülkenin Cumhurbaşkanıymış.

Doğru mantık...

Küfre maruz kalan kişi bu ülkenin Cumhurbaşkanı, doğru, ama hepsinden önce bir insan... Hiçbir sanat girişimi, bir “insan”a yönelik bu nevi müstekreh ifadeleri hoş görmez, hoş görmemelidir. “Niye küfrediyorsun birader?” diye sormak da sansür sayılmaz, sayılmamalıdır.

Kendi filmini “sansürleyen” ve iyi de eden yönetmen kızımız, Antalya’da karar değiştiriyor, daha önce ketmettiği ifadeyi filmine monte ederek yarışmaya gönderiyor. Ve yarışma dışı bırakılıyor.

Bütün kıyamet buradan kopuyor işte...

Medyanın şerefsiz kesimi, günlerce feveran etti: “Sansür var... Benim için Antalya bitmiştir, Altın Koza başlamıştır... Faşistler...”

Derken, yönetmen kızımız, akledip “O... Ç... T...” ibaresini çıkarıyor ve filmi tekrar yarışmaya dâhil ediliyor. Mesele de tatlıya bağlanıyor.

İşte günlerce tartıştığımız “sansür” iddiasının perde arkası...

Soralım o halde:

Birilerine “O... çocuğu” deme hakkı elinizden alındığı için mi kıyameti koparıyorsunuz?

Sanat küfretme özgürlüğü müdür?

Sizin özgür, yaratıcı ve Cihangirli zekânız bu kadarına mı elveriyor?

Madem küfürlü sözleri bile “ifade özgürlüğü” kapsamında görüyorsunuz, neden en küçük eleştiriyi tecziye nedeni sayan 5816 sayılı kanuna itiraz etmiyorsunuz?

Efendim?

Sansürcü başı Tayyip mi?

Siz bunu, “Emine Şenlikoğlu’nun elinden kalemi alınmalı” diyen dünya sanatçısı Zeliha Berksoy’a söyleyecektiniz... “Askeri savcılığın” önüne atılan Metin Çamurcu’yla Salih Tuna’ya sahip çıkacaktınız...