Sen sus acısını keyfe çeviren kadın!

Dün Genel Kurul’da Kürdistan lafzı üzerine çıkan tartışmaları izliyorum.

Derken duyduklarım böğrüme bıçak gibi sokuluyor.

İki milletvekili arasında geçen kısa bir laf atma-cevap verme diyalogu bu.

İkisini de uzaktan tanıyor ama yaşadıkları kalp ağrısını bir şekilde anladığımı sanıyorum.

Kürsüde yakın zamanda evlat acısı yaşamış BDP’li erkek bir milletvekili var. Partilerinin tutumunu aktarırken iktidar partisini de eleştiriyor.

Sıralardan itirazlar geliyor. Belli belirsiz bir kadın sesi...

Ne diyor duymuyor, kimdir görmüyoruz ama kürsüdeki vekilin “sen sus, acısını keyfe çeviren kadın!” sözüyle kim olduğunu anlıyoruz...

Resmen içimde bir dal çıt diye kırılıyor.

Bu kabalığın, bu hoyratlığın, bu kıyıcılığın oğlu gözleri önünde canına kıymış bir baba tarafından yine evladı PKK’nın patlattığı bomba yüzünden 17 yaşındayken ölmüş bir anneye söylenebileceğine ve dahi söylenebildiğine inanamıyorum...

Kadınlar olmadan asla!

Evlatlar kurtaralım diye girilen bu zorlu yolda, onlara rağmen bir şey yapılmayacağına göre, süreci evladını kaybetmiş olanlarla birlikte yürütmek hatta onların yüreğine emanet etmek mümkün mü?

Peki ya sevdiklerini bütün bu çatışma yıllarında kaybetmiş ailelerin acılarını ifade etme biçimlerini, canı birebir yananların canını yakanlara karşı tepkiselliklerini nasıl tolere edeceğiz?

Bu acılar üzerine siyaset bina eden ve utanmadan kanırta kanırta malzeme eden siyaset esnafının elinden nasıl kurtaracağız genç ölümlerinin yasını?

Bütün bunlar hiç olmamış gibi, bu çocuklar bu nedenlerle ölmemiş gibi, bu ailelerin canı hala çok fena yanıyorken yanmamış gibi mi yapabilir miyiz?

Elbette hayır.

Peki ya ne yapacağız?

Şunu: Bu ve benzeri durumları, içinde bulunduğumuz sürecin gerçekliğine dahil ederek, bu acıları bilerek, azımsamayarak bilakis yaraları sararak, yara sahiplerini kin intikam kuyularına yuvarlamak yerine başka bağırlarda başka yaralar açılmasın duygusuna güçlendirerek yol alacağız. Anne yüreğini pusulamız kabul ederek yeniden sabitleyeceğiz istikametimizi.

Bunu başarmak zorundayız.

Yapamamak demek apaçık bir şekilde, şu an hayatta olan, gülen eğlenen, gözümüzün önünde güzel güzel büyüyen çocuklarımızın tazecik hayatlarını riske etmek demektir.

Süreci hasta çocuğunun alnına elini koyan bir annenin şefkati, dikkati ve rikkatiyle yürütmek icap ediyor yani. İncitmemek lakin gerçekçi olmak...

Bunu yapan ve başaran epeyce dünya ülkesi var üstelik. Mesela İrlandalı kadınlar acılarla baş etmenin yollarını bulabilmişler. Pazartesi günü Star’da yayınlanan Kezban Hatemi röportajı Kuzey İrlanda tecrübesinin ipuçlarını içeriyordu. Entelektüel Bakış Derneği’nin düzenlediği, benim de bir sunum yapacağım Dünya Ülkelerinde Barış İsteyen Kadınlar Kongresi ise yarın dünyanın tecrübesini İstanbul’a ayağımıza getirecek.

Sen yeter ki iste!

Ne istediğimizi ve ne istediğimizi bildiğimiz müddetçe bu süreç selamete çıkacaktır. 

Ama çözüm sürecinin önüne çerden çöpten gerekçelerle engel çıkartanlara, siyasi iktidara olan nefretlerinin ya da vesayet beklentilerinin hesabını çocuklarımızın hayatları üzerinden görmek isteyenlere özellikle dikkat.

Hangi siyasi partiye oy veriyor olursanız olun partinizin çözüm sürecine sahip çıkmasını talep edin.

Hamaset yüklü iri laflarla sevdiklerinizin hayatları üzerinden buldozer gibi geçmelerine, evlatlarınızın hayatları üzerine siyasi bahis oynamalarına izin vermeyin.

Siz sürecin arkasında sağlam durursanız -hangi parti olursa olsun- sizlerin oyları, sözleri, iradeleri üzerinde ayakta duran siyasi partiler size rağmen siyaset yapamaz.

Söylemezsem çatlarım

Yüksekova’da iki kişinin hayatına mal olan olaylarla ilgili Hükümet esaslı bir soruşturma yürütmeli ve tekrarına mahal vermemeli. Sürecin tarafı BDP Türkiye gerçeğine bir an evvel uyanarak Lice’de asker kaçırılması gibi olayların önlenmesi için var gücüyle çalışmalı ve mahallenin asayişi bahsine yerel yaklaşmamalı!