Bu kadar düştünüz mü? “Dalkavukluk”un ne olduğunu Ahmet Hakan Coşkun’dan öğrenecek kadar düştünüz mü?
Efendim, Samsun’dan başlayan kutlu yolculuk Erzurum mitingiyle taçlandırılınca, Ahmet Hakan Coşkun’a da gün doğmuş. “Hani Bandırma vapuru da olsaymış, tam olacakmış” diyerek işi mavraya dökmüş. Müthiş bir dalkavukluk yazısı yazmış. Hepimiz okumalıymışız.
Bir internet sitesi böyle diyor.
Ben okumadım.
Hürriyet gazetesi üyelik uygulaması başlattığı için, bu müthiş gazetenin müthiş yazarlarını okuyamıyorum. Dolayısıyla, Ahmet Hakan Coşkun’un müthiş mavra yazısını ertesi gün, ilgili sitede gördüm.
Hemen söyleyeyim:
Mustafa Kemal-Vahdettin Han dilemmasına dayalı bir tarih yorumu olduğunu düşünen bu cahil çocuğu daha ne kadar ciddiye alacaksınız? Mustafa Kemal eleştirisi ve Vahdettin Han sevgisi vakıa... Bu durum, ne yazık ki, bir tarih yorumu oluşturmuyor. Kaldı ki, Mustafa Kemal, eleştirilmekle birlikte, reddedilen bir şahsiyet değildir.
Konumuz, dalkavukluk...
Dalkavukluk, “Erdoğan, kurtuluş savaşı güzergâhında miting yapıyor. Bunun sembolik bir anlamı olmalı” demek değildir.
Böyle bir tespit yaparsan dalkavuk olmazsın ama periyodik aralıklarla (iki ayda bir) “Aydın Bey’i aradım. Bodrum’daydı. Tatilini kesip bana birtakım açıklamalarda bulundu” dersen, dalkavuk olursun.
Patronunun aldığı ihaleleri ve düşük maliyetli kredileri es geçip, başkalarının patronunu kalemine dolarsan, dalkavuk olursun. Aynı zamanda tetikçi olursun
İşçi hakkı, grev, sendika, emeğin bedeli diye tutturursan... “Peki, kardeşlik... Niye bunlardan bir tanesi senin patronunun işletmelerinde yok?” sorusuna cevap vermezsen, dalkavuk olursun.
Deniz Baykal için, “Konuşması hakikaten şahaneydi, hakikaten mükemmeldi, hakikaten ikna ediciydi” dersen, Baykal dalkavuğu olursun.
Kemal Kılıçdaroğlu için, “Erdoğan karşısında avını gözleyen bir boksör gibiydi. Vurduğu yerden ses getiriyordu!” dersen, Kılıçdaroğlu dalkavuğu olursun.
Muhtıracılar için, “Ne yani, ötesini söylemeyecek miyiz?” dersen, darbe dalkavuğu olursun
Uzatılabilir ama burada kesiyorum.
Maksat hasıl olmuştur.
Özür diledi mi? Ben mi görmedim? Yalan ve iftiranın hükmü ağırdır. Bunu “Türkçe Meal”in müellifi Ali Bulaç bilmez mi?
Çok iyi bilir hem de...
O halde ettiği iftiradan dolayı neden özür dilemiyor?
Hatırlayacaksınız, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ağzından demeç uydurmuştu. Uydurduğu demeci yorumlayarak, bir de muhataplarının ruhi bozukluk içinde olduklarını söylemişti. (Hiçbir ahlaki sorumluluk gözetmeden demeç uydur. Sonra otur bu demecin üzerine yorumlar döşen... Ne güzel memleket.)
İftira, yalan, gıybet, kul hakkı, kara çalma...
Kur’an mealinin altında imzası bulunana Ali Bulaç’ta artık hepsi var.
Efendim Ali Bulaç bizleri muhatap almıyormuş. Özür dileme çağrılarımıza bu yüzden cevap vermiyormuş.
İhaleler konusunda muhatap almıştı ama...
Kendini acındıran birtakım açıklamalar yapmıştı...
Belediyelerden cüzi miktarda (asgari ücret civarındaymış) danışmanlık ücreti aldığını, ihalelere “arkadaş kuruluşlarının” girdiğini, bedava bilet kullanmadığını söylemişti... (“Neden bedava bilet kullanıyorsun?” diyen varmış gibi...)
İhale denilince teyakkuza geçen Ali Bulaç, kul hakkı konusunda niye muhatap almıyormuş bizleri?
İftira atmıyoruz.
Haksızlık etmiyoruz.
Kara çalmıyoruz.
Diyoruz ki, “Dışişleri Bakanı’nın ağzından demeç uydurdun. Yalan söyledin. İftira attın. Bu yaptıkların aynı zamanda kul hakkına giriyor... Özür dilemeyecek misin? Tövbe istiğfar etmeyecek misin?”
Bizleri muhatap almamaya devam etsin. Yaptığı haksızlıkların hesabını bize vermeyecek nasılsa.
Kime hesap verecekse, (hâşâ) önce onu muhatap alsın.