Barışın ilk şartı gibi geliyor bu bana, çıktığımız zorlu yolda yürürken.
Bir gün birisi çıkar karşına ve gözlerinin tam içine bakar. Durur ve bakar. Cenneti ve Cehennemiyle birlikte gelmiştir sana.
Hemen telaşlanma. Şayet, öylece durmuş sana bakan bir çift göz varsa karşında, her şeyden evvel şükretmelisin buna dostum, baksana! Kıyamet henüz kopmamış demektir bu!
Sen ve O diye bir şey. Burasıyla Orası. Evet mesafe, fakat ilişki ve bağlam. Daha da önemlisi varoluş. Varoluşun hakikatini sana ancak seni gören bir çift göz söyleyecektir.
Şayet, öylece durmuş sana bakan bir çift göz varsa karşında... Zaman ve mekan, seninle ve onunladır, o kısacık anın içinde. Yeryüzü o anda kurulur işte. Çünkü insan kendi yüzüne yabancıdır, göz ancak kendisi dışındakileri görür. “Sen” olmasaydı, “Ben” olamazdı ki. Ben dediğimiz şey, kendini ancak Sen’in yüzünde kurar. Sen dediğimiz şeyse bu yüzden azizdir, şereflidir. Sen dediğimiz diğer insan, olmasaydı şayet, bize bakmasaydı, bizi görmeseydi, biz bilemezdik kendimizi, göremezdik zatımızı...
Ancak Başkasıyla farkına varırız insanlığımızı...
İşte şimdi, şu anda karşında durmuş ve gözlerinin tam içine bakıyor. Niçin? Seni anlamak ya da ele geçirmek için olabilir. Veya kendini sana açmak için de yahut sana teslim olmak için de bakıyordur. Cüretkar veya davetkar. Henüz bilmiyorsun. Bildiğin tek şey: Gözlerinin içine içine bakan birisiyle karşı karşıyasın. Birisi. Yani Başkası. Her şey, o Başkasını fark ettiğin anda başlıyor aslında. Bu dünyada yalnız olmadığını, seninkinden başka bir hikayenin de hüküm sürmüş ve sürecek olduğunu fark ettiğin o an. Çok değerlidir. Bunun dönüşü de yoktur artık; gözleriniz bir kere birbirinize değmeye görsün, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır...
***
Geçen hafta üniversite öğrencisi bir genç; “Yeryüzü ancak insanla güzel” deyince başımı önümdeki notlardan kaldırıp, onun yüzüne baktım. Sanırım büyük oğlumla akran gibiydi, çok uzun boylu değil, amfinin en arkasında sırtı duvara yaslanmış, sesi biraz çekimser, yaklaşık bin kadar gencin hemen hemen aynı politik ezber içinde konuştuğu o amfide en zarif başkaldırıyı dillendirdiğini fark ediyorum. Göndere çekilmiş bir sancak gibi yükselirken kurduğu cümle... “Burada insan var” dediğinin farkında mı acaba? Ya ben? Ne kadar farkındayım konuğu olduğum bu toprağın, coğrafyadan ibaret olmadığını?
“Şerefül mekan, bil mekin” sözünü şerh ediyor bu gencin bana bakan gözleri. Mekânın şerefi, güzelliği ve üstünlüğü, orada bulunanların şerefi, güzelliği ve üstünlüğünden gelir anlamında bir cümle... Yeryüzü, ancak insanla şereflidir...
Ülkülere, ideallere, bedeller ödenerek yürünmüş uzun yollara, inanmasak bile hepimiz değer veririz. Ama idealize edilen değerler, insansızsa şayet, hayatı değil de ölümü, sulhü ve selameti değil de kavga ve yok edişi tekrarlıyorsa biteviye... O yüce zannedilen davalar, insana rağmen dayatılmış politik tiradlara dönüşür. Oysa insan, “zübde-i alem” olarak kainatın göz bebeğidir. Bu yüzden arfiler; “hoşça bak zatına” derler. Yaratıcı, insanı kaale almıştır, topraktan gelmiş ve yine toprak olacak bedene, ruhu ikram etmiştir.
Sana bakan bir çift göz... Seni gören gözler... Biricik olan seni, selamlamakta, seyretmektedir...
***
Ve yeryüzü... Ağacıyla, suyuyla... Hepimize defalarca kere yetecek kadar anaç, verici, cömerttir.
Peki onu niye dar ediyoruz birbirimize? Hem de şu ölümlü, gelimli gidimli, kısacık dünyada...